Ana içeriğe atla

Sosyolojik Düşünme




Giris: Sosyoloji, ama ne için?
Sosyoloji, farklı biçimlerde düsünülebilir. En basit yolu, tepeleme kitap dolu, sıra sıra dizilmis uzun kütüphane raflarını düsünmektir. Bütün kitapların baslıklarında, altbaslıklarında ya da içindekiler listesinde "sosyoloji" sözcüğü yer alır (zaten bu yüzden kütüphane görevlisi onları bu raflara dizmistir).
Kitapların üzerinde kendilerine sosyolog diyen (yani, öğretmenlik ya da arastırma görevi yaparken resmi unvanları sosyolog olan)
yazarların isimleri vardır. Bu kitapları ve yazarlarını düsünmek demek, sosyolojinin uygulandığı ve öğretildiği
uzun yıllar boyunca birikmis bir bilgi yığınını düsünmektir. Ve böylelikle sosyolojiyi bir tür kitap ciltleme
geleneği olarak; bu alana yeni ayak basanların, ister uygulamacı sosyologlar olmayı isterse de yalnızca
sosyolojinin sunduğu neyse onu elde etmeyi amaçlasınlar, ilk basta almaları, tüketmeleri ve sindirmeleri
gerekli ciltler dolusu bilgi olarak düsünebilirsiniz. Ya da daha iyisi sosyolojiyi durmak bilmeksizin yeni
birilerinin girdiği bir alan olarak düsünün (nihayetinde, kitap raflarına her zaman yeni kitaplar eklenir);
sosyolojiyi, canlı bir ilgi, yeni deneyimler karsısında kabul edilmis anlatıların durmaksızın sınanması,
biriktirilmis bilgiye durmaksızın ekler yapılması ve bu süreç içinde bilginin değistirilmesi olarak, kısaca bitmek
bilmez bir faaliyet olarak düsünebilirsiniz.
Sosyolojiyi bu sekilde düsünmek gayet doğal görünüyor. Bu, nihayetinde "X nedir?" türü bir soruya yanıt
verirken izlediğimiz yoldur. Örneğin, "Aslan nedir?" sorusuyla karsılastığımızda parmağımızla hayvanat
bahçesinde bir kafese konmus belli bir hayvanı ya da bir kitaptaki resmi gösteririz. Đngilizce bilmeyen birinin
"Kursunkalem nedir?" sorusu karsısında cebimizden belli bir nesneyi çıkarıp gösteririz. Đki örnekte de belli bir
sözcükle belli bir nesne arasında bir bağlantı arayıp buluruz. Sözcükleri, nesnelere gönderme yapan, nesneleri
temsil eden seyler olarak alırız; her sözcük bizi ister bir hayvan ister yazma aracı olsun özgün bir nesneye
gönderir. Söz konusu sözcüğün gönderme yaptığı böyle bir nesne bulmak (yani sözcüğün göndergesini
bulmak) baslangıç sorusunun doğru ve faydalı bir yanıtıdır. Bir kere böyle bir yanıt bulduğumda, daha sonra
karsılasacağım bilmediğim bir sözcüğün, neye, hangi bağlantıyla ve hangi kosullarda gönderme yaptığına bakarak nasıl kullanılacağını bilirim. Bahsettiğimiz yanıt türü bana tam da bunu, verili bir sözcüğü nasıl
kullanacağımı öğretir.
Bu yanıt bana nesnenin kendisi, sorduğum sözcüğün gönderge-si olarak gösterilmis sey hakkında bilgi
vermez. Ben yalnızca nesnenin neye benzediğini bilirim ve böylplikle gelecekte de onu sözcüğün temsili ettiği
sey olarak tanıyacağım demektir. Bundan dolayı parmakla, gösterine yönteminin bana öğreteceği seyin
sınırları, hem de çokjdar sınırları vardır. Sözcüğün gönderme yaptığı nesnenin ne olduğunu bulur bulmaz,
muhtemelen hemen yeni sorulara geçerim: "Bu nesnenin özgünlüğü nereden geliyor? Baska nesnelerden
farkı nereden geliyor ki onu ayrı bir isimle çağırıyoruz?" Bu 10
bir aslandır. Ama kaplan değildir. Bu bir kursunkalemdir. Ama tükenmez kalem değildir. Eğer bu hayvana
aslan demem doğru, kaplan demem yanlıssa, onda aslanda olan ama kaplanda olmayan bir seyin (aslanı
kaplan değil aslan yapan bir seyin) olması gerekir. Aslanları kaplanlardan ayıran belli bir farklılık olmalıdır.
Ancak bu farklılığı kesfedersek, "aslan" sözcüğünün temsil ettiği nesneyi bilmekten ayrı olarak aslanları
gerçekten aslan yapan seyin ne olduğunu bilebiliriz.
Dolayısıyla sosyoloji hakkındaki soruya verilen ilk yanıt bizi tam olarak tatmin etmekten uzaktır. Daha baska
seyleri düsünmemiz gerekiyor. "Sosyoloji" sözcüğünün belli bir bilgi yığınım ve aynı anda ona eklemeler
yaparak bu bilgiyi kullanan belli pratikleri temsil ettiğine ikna olduktan sonra, artık o bilgi ve pratikler
hakkında yeni sorular sormanın zamanı gelmistir. Bir seyi diğerlerinden farklı olarak "sosyolojik" yapan nedir?
Bir seyi öteki bilgi yığınlarından ve öteki bilgi kullanma/üretme pratiklerinden farklı kılan nedir?
Aslında, sosyoloji kitaplarıyla dolu kitap raflarına baktığımızda gözümüze çarpan ilk sey baska raflar olacaktır.
Çoğu üniversite kütüphanesinde, muhtemelen hepsi de "sosyoloji"den baska isimler tasıyan, sözgelimi
etiketlerinde "tarih", "siyasal bilimler", "hukuk", "sosyal politika", "ekonomi" yazan kitapların en yakın raflara
yerlestirilmis olduğunu göreceksiniz. Bu gibi rafları birbirine yakın olacak sekilde düzenleyen kütüphaneciler
belki okuyucuların rahatı ve istedikleri kitabı kolayca bulmalarını düsünmüstür. Sosyoloji raflarına göz
gezdiren okuyucuların zaman zaman, örneğin tarih ya da siyasal bilimler raflarına konmus bir kitabı
arayacaklarını ve bu kitapları, örneğin fizik ya da makine mühendisliği rafla-rındaki kitaplardan daha sık
arayacaklarını varsayın ıslardır (ya da biz öyle olduğunu tahmin edebiliriz). Baska bir ifadeyle, kütüphaneciler
sosyolojinin konusunun bir bakıma "siyasal bilimler" ya da "ekonomi" adı altındaki bilgi yığınının konusuna
daha yakın olduğunu, belki ayrıca sosyoloji kitaplarıyla hemen yakınına dizilmis kitaplar arasındaki farklılığın
sosyolojiyle, örneğin kimya ya da tıp bilimleri arasındaki farklılığa kıyasla daha az dillendirilmekte, belli
belirsiz, biraz da tartısmalı olduğunu varsa3'mıslardır.
Akıllarından bu düsünceler geçmis olsun ya da olmasın, kütüphaneciler doğru olanı yapmıstır. Yan yana
dizilmis bilgi kümelerinin ortak çok seyleri vardır. Hepsi de insan ürünü dünyayla, dünyanın insan
etkinliklerinin izlerini tasıyan, insanların eylemleri olmaksızın var olması düsünülemeyeıı parçası ya da
bojmtlarıyla ilgilidir. Tarih, hukuk, ekonomi, siyasal bilimler, sosyoloji, hepsi de insan eylemlerini ve bunların
sonuçlarını tartısır. Bu da paylastıkları çok sey olduğu anlamına gelir ve dolayısıyla gerçekten aynı gruba
girerler. Gelgelelim, eğer bütün bu bilgi kümeleri aynı alanı arastırıyorlarsa, onları birbirinden ayıran sey,
varsa, nedir? "Farklılık yaratan farklılık", bölünmeyi ve ayrı isimleri haklılastıran sey nedir? Bütün
benzerliklerine ve ortak ilgileri ve alanlarına rağmen, hangi gerekçeyle tarihin sosyoloji olmadığında ve
ikisinin birden siyaset bilimi olmadığında ısrar edebiliriz?
Bu sorulara hemen hiç düsünmeden yanıtı yapıstırırız: Bilgi kümeleri arasındaki bölünme, inceledikleri
dünyadaki bölünmüslüğü yansıtmalıdır. Onları birbirinden farklılastıran insan eylemleri ya da insan
eylemlerinin özellikleridir ve bilgi kümeleri arasındaki bölünme bu olgunun bilincine varılmasından baska bir
sey değildir. Bundan dolayı deriz ki, sosyoloji halihazırda süregelen ya da zamanla değismeyen genel nitelikli
eylemler üzerinde yoğunlasırken, tarih, geçmiste gerçeklesmis ve bugün artık olmayan eylemlerle ilgilidir;
sosyoloji dikkatini bizim toplumumuzda (ne anlama geliyorsa) gerçeklesen eylemlere ya da bir toplumdan
ötekine değismeyen eylem türlerine verirken, antropoloji, bizimkinden uzak ve farklı toplumlardaki insan
eylemlerini anlatır. Sosyolojinin öteki yakın akrabalarına gelince "kesin" yanıt vermek biraz zor olacaktır ancak
yine de sunları söyleyebiliriz: Siyasal bilimler, ağırlıklı olarak iktidar ve yönetimle ilgili eylemleri tartısır;
ekonomi, mal ve hizmetlerin üretilmesi ve dağıtılması kadar kaynakların kullanılması ile ilgili eylemleri ele alır;
hukuk, insan davranısını düzenleyen normlar ve bu normların/kuralların nasıl ifade edildiği, yükümlülükler
getirdiği ve uygulandığı ile ilgilidir... Simdiye kadar anlatılanlar ısığında, aynı yoldan ilerleyerek sosyolojinin
öteki disiplin-12 
lerin dikkatinden kaçmıs seylerden beslenen bir tür arlıkçı disiplin olduğunu görebiliriz. Öteki disiplinler kendi
mikroskopları allına ne kadar çok sey alırlarsa sosyolojiye o kadar az sey kalır; sanki "orada", insan
dünyasında, özgün arastırma dallan tarafından içkin niteliklerine bağlı olarak ayrıstınlmayı ve seçilip alınmayı
bekleyen sınırlı sayıda olgu vardır.
Sorumuza verilen böyle "kesin" bir yanıtın içerdiği sorun sudur: Bu yanıt ancak bize asikâr ve tartısmasız
doğru gelen baska çoğu inanç gibi, kisinin sözünü etmeden kabul eder göründüğü bütün varsayımlara daha
yakından bakmadığımız sürece kesinliğini korur.
Her seyden önce, insan eylemlerinin belli sayıda ayrı tipe bölündüğü fikri de nereden çıktı? Nereden mi,
eylemlerin bu sekilde sınıflandırılmıs olması ve bu sınıflandırmada her dosyaya ayrı bir isim verilmis
olmasından (öyle ki ne zaman politikadan, ne zaman ekonomiden ve ne zaman hukuki meselelerden
bahsedeceğimizi ve nerede neyi bulacağımızı biliriz); ve baskaları değil de belli tür eylemler üzerinde
arastırma yapmaya, etraflı görüsler sunmaya, yol göstermeye ya da tavsiyelerde bulunmaya tek kendilerinin
hakkı olduğu iddiasında bulunan bilgili ve güvenilir bir grup uzmanın olmasından. Ancak biz sorusturmamızı
bir adım daha ileri götürelim: "Kendi basına" insan dünyasının ne olduğunu nasıl bilebiliriz? Yani, ekonomi,
politika ya da sosyal politika biçiminde parçalanmadan önce ve böylesi bir parçalanmadan bağımsız olarak
insan dünyasını nasıl bilebiliriz? Hiç kuskusuz, bunu kendi hayat deneyimimizden öğrenmiyoruz. Kimse simdi
politika sonra ekonomi dünyasında yasamaz; kimse Đngiltere'den Güney Amerika'ya gitmekle sosyolojiden
antropolojiye geçmis olmaz ya da bir yıl daha yaslandığında tarihten sosyolojiye geçmez. Eğer yasarken
böylesi alanları ayırabiliyorsak, eğer bu eylemin burada ve simdi politikaya ait olduğunu diğerinin de
ekonomik karakter tasıdığını söyleyebiliyor-sak, bunun tek nedeni bize her seyden önce bu tür ayrımlar
yapmanın öğretilmis olmasıdır. Dolayısıyla gerçekten dünyanın kendisini değil, dünyayla iliskimizi biliriz; bir
bakıma, dünya imgemizi, dilden ve eğitimden kazandığımız yapı taslarından sıkıca örülmüs bir modeli pratiğe
geçiririz.
Demek ki, akademik disiplinler arasındaki farklılıklardan yansıyan biçimiyle insan dünyasında doğal bir
bölünmenin olmadığını söyleyebiliriz. Tersine, insan dünyasının zihnimizde tasıdığımız ve sonra yaptığımız
islere uyguladığımız zihinsel haritasında görünenler, insan eylemleriyle uğrasan akademisyenler arasındaki
isbölümünün sonucudur; bu, her bir alanın uzmanlarının ayrılmasıyla ve her bir grubun hükmettikleri alana
neyin ait olup neyin olmadığına karar verme hakkıyla desteklenip pekistirilen bir isbölümüdür. Đçinde
yasadığımız dünyaya yapısını kazandıran da bu isbölümüdür. Bundan dolayı, gizimizi çözmek ve "farklılık
yaratan farklılığın" saklandığı yeri bulmak istiyorsak, baslangıçta dürüst bir biçimde dünyanın doğal yapısını
bize gösteriyor gibi görünen, kerametleri kendinden menkul disiplinlerin pratiklerine baksak iyi olur. Artık
aradaki farkı doğuran seyin ilk basta bu pratiklerin kendisi olduğunu kestirebiliriz; eğer bir yansıtma varsa, bu
bizim sandığımızın tam tersi yöndedir.
Çesitli çalısma alanlarının pratikleri birbirlerinden nasıl ayrılırlar? Đlk bakısta bunlar, çalısma konulan olarak
seçtikleri seylere karsı tutumları bakımından çok az farklılık gösterir ya da hiç farklılık göstermezler. Hepsi
kendi konulan ile ilgilenirken aynı davranıs kurallarına uyar. Hepsi ilgili olguların tümünü toplamaya gayret
eder; hepsi olguları hakkında herhangi bir kuskuyu ortadan kaldırmaya çalısır; olgular denetlenir ve yeniden
denetlenir ve bu yüzden olgular hakkındaki hain bilgi güvenilir olur; hepsi olgular hakkında yaptıkları
önermeleri açıkça, belirsizliğe yer bırakmaksızın anlasılabilecek ve önermeyi türettikleri kanıtla ve yine
gelecekte mevcut olabilecek herhangi bir kanıtla sınanabilecek biçime sokmaya çalısırlar; hepsi yaptıkları ya
da savundukları önermeler arasındaki çeliskileri ayıklamaya ya da ortadan kaldırmaya çalısırlar ki aynı
zamanda doğru olabilecek iki önerme birden ortaya atılmamıs olsun. Kısacası, hepsi verdikleri sözlere sadık
kalmaya, bulgularını sorumlu bir biçimde (yani, doğruya götüreceğine inanılan bir biçimde) elde etmeye ve
sunmaya çalısırlar. Böyle yapmadıkları takdirde elestirilmeye ve iddialarını geri çekmeye hazırdırlar. Demek
14
ki, uzmanların görevlerinin ve hikmetlerinin, yani mesleki sorumluluklarının nasıl anlasılacağı ve
uygulanacağına iliskin hiçbir farklılık yoktur. Muhtemelen, akademik pratiklerde çoğu baska özellikleri
bakımından da bir farklılık bulamayacağız. Akademik uzmanlık iddiasında olan ve iddiası kabul gören herkes
olguları toplayıp islemekte benzer yollar izler: Üzerinde çalıstıkları seyleri ya doğal ortamlarında (örneğin,
evinde, kamusal iliskilerinde, is ve eğlence yerlerinde "normal" günlük hayatlarını yasayan insanlar) ya da özel
olarak tasarlanıp sıkı bir biçimde kontrol edilmis deney kosullarında (örneğin, bilerek tasarlanmıs düzenekler
içinde insan tepkileri gözlendiğinde ya da insanlar olur olmaz karısıklıkları ortadan kaldırmak üzere
tasarlanmıs sorulara yanıt vermeye yönlendirildiklerinde) gözlerler; bu da olmazsa, geçmiste yapılmıs benzer
gözlemlerden (örneğin, kilise kayıtları, nüfus sayımlan, polis arsivleri) elde edilen kanıtlan kendi olguları
olarak kullanırlar. Bütün akademisyenler biriktirdikleri ve tetkik ettikleri olgulardan sonuçlar çıkarırken ve
bunları doğrular ya da çürütürken aynı genel mantık kurallarını izlerler.
Göründüğü kadarıyla "farklılık yaratan farklılık" arayısımızda son umudumuz, her inceleme dalı için tipik
sorularda, farklı disiplinlerden düsünürlerin insan eylemlerine bakarken, onları inceler ve açıklarken görüs
açılarını (bilisselperspektifler) belirleyen sorularda ve bu gibi soruların ürettiği bilgiyi düzene sokup insan
hayatının verili bir bölümünün modeline ya da boyutuna katmak için kullanılan ilkelerde yatmaktadır.
Çok kaba bir yaklasımla, örneğin ekonomi, birincil olarak insan eylemlerinin maliyetleri ile sonuçları
arasındaki iliskiye bakacaktır. Muhtemelen insan eylemlerine, bu eylemleri gerçeklestirenlerin, yani aktörlerin
ya da faillerin erismek ve kendilerine en yararlı olacak biçimde kullanmak istedikleri kıt kaynakların idaresi
açısından bakacaktır. Dolayısıyla ekonomi, failler arası iliskileri, arz ve talebin düzenlediği mallar ile
hizmetlerin yaratılması ve mübadelesinin unsurları olarak görecektir. Son olarak ekonomi, kaynakların
yaratılması, elde edilmesi ve çesitli talepler arasında dağıtıl-' ması sürecine iliskin bir modele göre bulgularını
düzene sokacak tır. Siyasal bilimler ise, en azından baska faillerin fiili ya da tahmini tutumlarını değistiren ya
da onlar tarafından değistirilen (genellikle güç ve nüfuz baslığı altında tartısılan bir etki) özellikte insan
eylemleri ile ilgilenecektir. Siyaset, insan eylemlerini böylesi güç ve niifuzlardaki dengesizlik açısından ele
alacaktır; belli failler, etkilesim sürecinden muhataplarına oranla davranısları daha köklü bir değisikliğe
uğramıs olarak çıkacaktır. Siyasal bilimler muhtemelen bulgularını güç, tahakküm, otorite vb. kavramlar
etrafında örgütleyecektir; bu kavramların hepsi iliskide tarafların mücadelesini verdikleri seyleri elde etme
sanslarındaki farklılasmaya gönderme yapar.
Ekonominin ve siyasal bilimlerin bu ilgileri (beseri bilimlerin geri kalanları tarafından gözetilen ilgi alanları
gibi) hiçbir biçimde sosyolojiye yabancı değildir. Bunu sosyoloji öğrencilerine önerilen herhangi bir okuma
listesini görür görmez anlayacaksınız; bu liste neredeyse kesin olarak kendilerini tarihçi, siyasal bilimci ya da
antropolog olarak adlandıran ve bu sınıfa sokulan düsünürlerin kaleme aldığı birkaç çalısmayı içerecektir. Ne
var ki, diğer sosyal arastırma dalları gibi sosyolojinin de kendi yorumlama ilkeleri kadar kendi bilissel
perspektifi, insan eylemlerini sorusturmak üzere kendi soru kalıpları vardır.
Geçici bir ilk özet olarak diyebiliriz ki, sosyolojiyi farklı bir yere koyan ve ona belirleyici karakterini veren sey,
insan eylemlerini genis çaplı olusumların öğeleri olarak görme alıskanlığıdır- bu olusumlar ise karsılıklı bir
bağımlılık (eyleme girisilme ihtimalinin ve eylemin basarı sansının öteki faillerin kimler olduğu ya da ne
yapabileceklerine bağlı olarak değistiği bir durum anlamında bağımlılık) ağına takılmıs faillerin rastlantısal
olmayan birlikteliği biçiminde düsünülebilir. Sosyologlar bu sekilde hep birlikte ağa takılmanın insan faillerin
muhtemel ve fiili davranısları açısından sonuçlarının neler olduğunu soracaktır. Bu gibi ilgiler sosyolojik
arastırmanın nesnesine biçim verir; olusumlar, yani karsılıklı bağımlılık ağları, eylemin karsılıklı kosullayıcılığı
ve faillerin özgürlüklerinin genislemesi ya da daralması sosyolojinin en ağırlıklı olarak üzerinde durduğu
meselelerdir. Senin benim gibi tek tek failler
16
sosyolojik çalısmanın görüs alanına bir karsılıklı bağımlılık ağı içindeki birimler, üyeler ya da ortaklar olma
kapasiteleriyle girecektir. Denebilir ki, sosyolojinin merkezi sorusu sudur: Ne yaparlarsa yapsınlar ya da
yapabilir olurlarsa olsunlar, insanların baska insanlara bağımlı olmaları ne anlamda önemlidir; insanların her
zaman ve kaçınılmaz olarak baska insanlarla ortaklık, iletisim, mübadele, rekabet, elbirliği halinde yasamaları
ne anlamda önemlidir? Đste sosyolojik tartısmanın özel alanını olusturan ve sosyolojiyi beseri ve sosyal
bilimlerin görece özerk bir dalı olarak tanımlayan (ve ne arastırma amacıyla seçilmis insanlar ve olayların ayrı
bir koleksiyonu ne de öteki inceleme alanlarının ihmal ettiği türden belli bir insan eylemleri dizisi olan) bu
soru türüdür. Sonuçta diyebiliriz ki, sosyoloji en basta insan dünyası hakkında bir düsünme biçimidir; ilke
olarak aynı dünya hakkında baska yollarla da düsünebilirsiniz.
Sosyolojik düsünce tarzından ayrılan öteki yollar arasında sağduyu özel bir yer isgal eder. Belki diğer
akademik dallardan daha çok sosyoloji, kendi yeri ve pratiği için önemi tartısılmaz sorunlarla dolu olan
sağduyuyla (hayatımızdaki günlük islerimizi yürütmek için faydalandığımız zengin ancak dağınık, sistematik
olmayan, genelde bağlantıları belirsiz ve söze dökülemeyen bilgi ile) ilgilidir.
Aslında çok az bilim dalı sağduyuyla iliskisini açıktan dile getirir; çoğu, sağduyunun bırakın bir sorun
olusturduğuna, mevcut olduğuna bile değinmez. Çoğu bilim dalı kendileri gibi saygın ve sistematik bir
arastırma çizgisi izleyen diğer bilim dallarıyla onu birlestiren köprülere ya da onlardan ayıran sınırlara göre
kendini tanımlama pesindedir. Sağduyuyla, çizilen sınırları ya da yapı taslarını yerinden oynatacak ölçüde
ortak bir zemini paylastığını düsünmez. Kabul etmek gerekir ki, onların bu ilgisizlikleri yersiz değildir.
Sağduyunun örneğin fiziğin, kimyanın, astronominin ya da jeolojinin ilgilendiği konular hakkında söyleyecek
hemen hemen hiçbir seyi yoktur (ve sağduyunun bu gibi konularda söyleyebildikleri de, onlar karmasık
bulgularını sıradan insanların kavrayabileceği ve anlayabileceği hale getirmeyi basardıkları oranda bu
bilimlerin kendileri sayesinde olur). Fiziğin ya da astronominin ilgilendiği konular sıradan insanların görüs
ufkuna, yani senin benim günlük deneyimimiz çerçevesine pek girmez. Ve bu yüzden biz, uzman olmayan
sıradan insanlar, bu gibi konular hakkında bilim insanlarının yardımı, hatta verdikleri eğitim olmaksızın bir
kanıya varamayız. Bu ve benzeri bilimlerin arastırdığı konular yalnızca sıradan insanların akıl sır erdiremediği
çok özel kosullarda, örneğin milyonlarca dolarlık bir hızlandırıcının ekranında, dev bir teleskopun merceğinde
ya da bin feet derinliğinde bir kuyunun dibinde ortaya çıkarlar. Ancak bilimciler onları görebilir ve onlar
üzerinde deney yapabilir; bu konular ve olaylar verili bilim dalının, hatta onun seçilmis uygulayımcılarının
tekelindeki bir mülktür; hem de meslekten olmayan kimsenin ortak olamadığı bir mülk. Çalısmalarının
hammaddesini sağlayan deneyimin biricik sahibi olan bilimcilerin o materyalin islenme, çözümlenme ve
yorumlanma biçimleri üzerinde tam bir denetimleri vardır. Bu süreçten çıkan ürünler baska bilimcilerin, ama
sadece onların, kılı kırk yaran değerlendirmelerine dayanmak zorundadır. Onlar kamuoyuyla, sağduyuyla ya
da uzman olmayan görüslerin herhangi bir baska biçimiyle yarısmak zorunda kalmazlar; bunun tek nedeni,
üzerinde çalıstıkları ve laf ettikleri konularda kamuoyu ya da sağduyuya özgü bir görüs bulunmamasıdır.
Sosyolojiye gelince isler çok farklıdır. Sosyolojinin çalısma alanında dev hızlandırıcılara ya da
radyoteleskoplara benzer bir sey yoktur. Sosyolojik bulgu için hammadde sağlayan bütün deneyimler,
sosyolojik bilgiyi olusturan hemen her sey sıradan insanların normal günlük hayatlarında yasadıkları seylerdir;
deneyim, bazen pratikte mümkün olmasa da, ilke olarak herkese açıktır; ve deneyim bir sosyologun büyüteci
altına girmeden önce zaten herkes tarafından, sosyolog olmayan, sosyolojik dili kullanma ve olayları
sosyolojik görüs açısından görme eğitimi almamıs bir kisi tarafından yasanmıstır. Nihayetinde hepimiz baska
insanlarla birlikte yasarız ve birbirimizi etkileriz. Hepimiz elde ettiklerimizin baska insanların yaptıklarına bağlı
olduğunu çok iyi biliriz. Hepimiz birçok kere arkadaslarla ya da yabancılarla iletisim kopukluğunun acısını
çekimsizdir. Sosyolojinin bahsettiği her sey zaten hayatımızda olmus seylerdir. Zaten öyle olması da gerekir,
aksi halde hayatımızı yürütemezdik. Baskalarıyla birlikte yasamak için bir sürü bilgiye
ihtiyaç duyarız ve sağduyu bu bilginin adıdır.
Günlük rutinlerin içine iyice daldığımızda, olup bitenlerin mı üzerinde pek durup düsünmeyiz; hatta özel
deneyimimizi kalarının basına gelenlerle karsılastırmaya, bireysel olandaki ,vc olanı, tikel olandaki genel olanı
görmeye fırsatımız hiç olma/.; yologların bizim yerimize yaptıkları tam da budur. Biz onlarda sisel hayat
hikâyemizin baska insanlarla paylastığımız tarih i K sil örüldüğünü bize göstermelerini bekleriz. Ne var ki,
sosyoh bu kadar derine insinler ya da inmesinler, yola çıkmak için scı ve benimle paylastıkları gündelik hayat
deneyiminden, her bir zin günlük hayatına girmis ham bilgiden baska bir hareket nok n yoktur. Yalnızca bu
nedenden dolayı sosyologlar, fizikçileri biyologların örneğini ne kadar sıkı biçimde izlerlerse izlesink
çalısmalarının konusuna ne kadar uzak dururlarsa dursunlar ( senin ve benim hayat deneyimlerime tarafsız ve
uzaktan bakar gözlemcinin yaptığı gibi "orada dısarıda" bir sey olarak baksın kavramaya çalıstıkları deneyimin
iç bilgisinden tamamen k* mazlar. Ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, sosyologlar yorun maya çalıstıkları
deneyimin iki yanında da, aynı zamanda hen hem de dıs yüzünde de kalmaya mecburdurlar. (Sosyologların l
gularım kaydederken ve genel önermelerini kaleme alırken "l zamirini ne kadar sık kullandıklarına dikkat edin.
"Biz" hem c san hem de çalısılanı içine alan bir "nesne"yi belirtir. Bir fizikçi kendileri ile moleküller arasındaki
iliskiden bahsederken "biz" mirini kullandığını tahayyül edebilir inisiniz? Ya da kendileri yıldızlar hakkında bir
genelleme yaparken "biz" diyen astronom
n?)
Sosyoloji ile sağduyu arasındaki özel iliski hakkında söyles
çek daha baska seyler de var. Modern fizikçilerin ya da astronoı ların gözlemleyip üzerine teori ürettiği
fenomenler masum ve h zulmamıs bir biçimde, islenmemis, etiketlerden, hazır tanımlan! ve ön yorumlardan
özgür (yani, yorumların ortaya çıkmasını sağl yacak deneyleri kuran fizikçilerin önceden yaptığı türden yorum!
dısında) ortaya çıkar. Onlar kendilerine isim versin diye, kendiln ni öteki fenomenlerin arasına katsın ve
kendilerinden doğru düzgi bir bütün olustursun diye, kısaca kendilerine anlam versin diye fizikçileri ya da
astronomları beklerler. Ancak önceden hiç anlam verilmemis böyle teiniz ve el değmemis fenomenlerin
sosyolojik karsılıkları, eğer varsa, birkaç tane vardır. Sosyologların arastırdığı türden insan eylemleri ve
etkilesimleri, ne kadar dağılmıs, bölük pörçük olursa olsun, hepsi faillerin kendileri tarafından isimlendirilmis
ve teorize edilmistir. Sosyolog onları irdelemeye baslamadan önce, sağduyusal bilginin nesnesi olmuslardır.
Aileler, örgütler, akrabalık iliskileri, komsuluk iliskileri, sehirler ve köyler, milletler ve kilise cemaatleri ve
düzenli insan etkilesimiyle bir arada tutulan baska gruplasmalar zaten faillerce anlamlandırılmıs ve önemleri
belirlenmistir, öyle ki failler eylemleri sırasında bu anlamların tasıyıcıları olduklarını bilirler ve ona göre
davranırlar. Sıradan failler ve meslekten sosyologlar onlardan bahsederken aynı isimleri, aynı dili kullanmak
zorunda kalacaklardır. Sosyologların kullanabilecekleri her terim senin benim gibi "sıradan" insanların
sağduyusal bilgisi tarafından verilmis anlamlar ile son derece yüklenmis olacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenden dolayı sosyoloji, sağduyuyla, kimya ya da jeoloji gibi bilimlerin gösterdiği
mağrur sükûneti gösteremeyecek kadar yakından ilgilidir. Sen ve ben insanın karsılıklı bağımlılığından ve
insan etkilesiminden bahsedebiliriz, hem de bunu yetkinlikle yaparız. Hepimiz onları uygulamaz ve yasamaz
mıyız? Sosyolojik söylem herkese açıktır; herkese katılması için yapılmıs daimi bir davet değildir ama açıkça
belirlenmis ya da asılmaz sınırlar da koymamıstır. Güvenliği önceden garantiye alınmamıs belli belirsiz
sınırlarıyla (sıradan deneyimle erisilemeyecek konuları arastıran bilimlerin tersine), sosyolojinin sosyal bilgi
üzerindeki egemenliği, konusu üzerinde yetkin hükümler verme hakkı her zaman itiraza açıktır. Đste bu
yüzden, uygun sosyolojik bilgiyle her zaman sosyolojik fikirlerle dolu olan sağduyu arasına sınır çekmek,
tutarlı bir bilgi kümesi olarak sosyolojinin kimliği açısından çok önemli bir konudur; ve sosyologların bu
konuya diğer bilimcilerden daha fazla dikkat etmesinin nedeni de budur.
Sosyolojinin ve sağduyunun -senin ve benim hayat hakkındaki 20
"ham" bilgimizin- paylastıkları konuyu, yani insan deneyimini ele alıs biçimleri arasında en azından dört temel
farklılık sayabiliriz.
Öncelikle, sağduyudan farklı olarak (baska, daha çok gevsek ve daha az ihtiyatlı bir biçimde özdenetimli
olduğu söylenen bilgi biçimlerinden ayrı olan) sosyoloji, bilimin bir vasfı olduğu kabul edilen sorumlu
konusmanın katı kurallarına kendini uydurmaya gayret eder. Buna göre, sosyologlardan beklenen, mevcut
kanıtlarla desteklenmis önermeler ile ancak geçici, sınanmamıs bir tahmin statüsüne hak kazanabilecek
önermeler arasında herkesin görebileceği ve anlayabileceği ayrımlar yapmaya büyük özen göstermeleridir.
Sosyologlar, en çok gönül verdikleri ve siddetle savundukları inançlar bile olsa, yalnızca kendi inançlarından
kaynaklanan fikirleri, bilimin genelde saygın otoritesini tasıyan sınanmıs bulgular olarak göstermekten
sakınacaklardır. Sorumlu konusma kuralları kisiden "isyerinin" -nihai sonuca götüren ve güvenilirliğinin
garantisi olma iddiasındaki bütün sürecin- kapılarını sınırsız bir kamusal irdeleme için ardına kadar açmasını
talep eder; bu kalıcı davet yeniden sınayacak ve diyelim ki bulguların yanlıs olduğunu kanıtlayacak herkese
açık olmalıdır. Sorumlu konusma, konusuna iliskin yapılmıs öteki önermelerle de iliskilendirilmelidir; ne kadar
karsıt ve bu yüzden de yersiz olurlarsa olsunlar, öteki görüsleri görmezlikten gelemez ya da sessizlikle
geçistiremez. Sorumlu konusmanın kuralları bir kere dürüst biçimde ve titizlikle gözetilirse, ortaya çıkan
önermelerin güvenilirlikleri, inanılırlıkları ve hatta pratik yararlılıklarının büyük oranda artacağı, garanti olmasa
bile umulur. Bilimin tasdik ettiği inançların güvenilir olduğuna iliskin ortak düsüncemiz, ağırlıkla bilimcilerin
gerçekten sorumlu konusmanın kurallarım izleyecekleri ve bir bütün olarak bilim mesleğinin, her üyesinin her
defasında buna uyup uymadığını denetleyeceği umuduna dayanır. Bilimcilerin kendilerine sorarsanız, onlar
da sundukları bilginin üstünlüğünden yana bir argüman olarak sorumlu konusmanın erdemlerine isaret
ederler.
Đkinci farklılık yargı olusturmak için materyalin çıkarıldığı alanın büyüklüğü ile iliskilidir. Meslekten olmayan
çoğumuz açısından, böyle bir alan bizim kendi yasam dünyamızla, yaptığımız sey ler, karsılastığımız insanlar,
izleyeceğimiz amaçlar ve baska insanların kendileri için koyduklarını tahmin ettiğimiz amaçlan ile sınırlıdır. Bu,
çoğumuzun pek yetemediği ya da böyle bir çaba sarf etmekten hoslanmadığı ölçüde kaynak ve zaman
gerektireceğinden, yapsak bile nadiren, kendimizi günlük kaygılanınız düzeyinden kurtarıp daha genis bir
deneyim ufkundan bakmak üzere yukarıya çekeriz. Ne var ki, hayat sartlarının muazzam çesitliliği veri
alındığında, yalnızca kisisel hayatımızın dünyasına dayanan her deneyim zorunlu olarak kısmi ve çok büyük
bir ihtimalle tek yanlı olacaktır. Bu gibi sorunlar ancak kisilerin hayatlarını yasadıkları dünyalar çokluğundan
çıkarılan bütün baska deneyimler bir araya getirilir ve karsılastırılırsa giderilebilir. Karıstığı girift bağımlılıklar
ve bağlan-tısallıklar ağı -tek bir kisinin hayat hikâyesinden bakılarak gözlene-meyecek kadar genis bir alana
uzanan bir ağ- gibi kisisel deneyimin eksikliği de ancak o zaman ortaya çıkacaktır. Ufukların böylesine
genislemesinin toplam sonucu, bireysel hayat hikâyesi ile engin sosyal süreçler deryası arasındaki sıkı bağın,
bireyin belki farkında olmadığı ve kesinlikle denetleyemeyeceği o bağın kesfi olacaktır. Đste bu nedenden
dolayı, sosyologların bireysel hayat dünyasının sunduğundan daha genis bir bakıs açısı arayısları büyük bir
farklılık yaratır; yalnızca nicel bir farklılık (daha çok veri, tek tek örnek olaylar yerine daha çok olgu ve istatistik
veri) değil nitelik ve bilginin kullanımı bakımından da bir farklılık yaratır. Hayatta kendine özgü amaçlar
güden ve basına gelecekleri daha fazla denetlemek için mücadele eden senin benim gibi insanlar için,
sosyolojik bilgi sağduyunun veremediği bir seyler sunar.
Sosyoloji ile sağduyu arasındaki üçüncü farklılık tek tek her kisinin insan gerçekliğine anlam verme
biçimleriyle; kisilerin meraklarını gidermek için, neden bu değil de sunun olduğunu ya da durumun neden
böyle olduğunu nasıl açıklamaya kalkıstıkları ile iliskilidir. Benim gibi senin de, kendi deneylerinden kalkarak
eylemlerinin "yaratıcısı" olduğunu bildiğini düsünüyorum; biliyorsun ki (zorunlu olarak senin eyleminin
sonuçlan olmasa da) yaptığın sey senin maksadının, umudunun ya da niyetinin ürünüdür. Sen normal olarak
yaptığını, ister bir nesneye sahip olmayı arzu etmis
22
ol, ister öğretmeninden bir "aferin" almayı, isterse arkadaslarımı iğnelemelerine bir son vermeyi amaçlamıs ol,
arzu ettiğin bir duru mu yaratmak için yaparsın. Gayet doğal olarak eylemini dusunun biçimin sana bütün
öteki eylemleri anlamlı kılman için bir modı-hizmeti görür. Bu gibi eylemleri, niyetlerini kendi deneyimlerindcı
bildiğin baskalarına atıfta bulunarak açıklarsın. Bu, elbette, açıkla ma araçlarımızı yalnızca emsal olusturan
kendi dünyamızdan elde ettiğimiz müddetçe, çevremizdeki insan dünyasını anlamlandırabil diğimiz tek
yoldur. Genelde dünyada olan biten her seyi birilerinin kasti eylemlerinin sonucu olarak algılama eğilimi
tasırız. Olanlardan sorumlu kisiler ararız ve bulduğumuzda da arastırmamızın tamamlandığına inanırız.
Hosumuza giden her olayın arkasında birilerinin iyi niyetinin, hoslanmadığımız her olayın arkasında da
birilerinin kötü niyetinin yattığını varsayarız. Bir durumun, kimliği belli "birilerinin" bilinçli eyleminin sonucu
olmadığım kabul etmek bizim için zordur ve herhangi bir can sıkıcı durumun, birilerinin bir yerlerde doğru
olanı yapar yapmaz düzelebileceğine iliskin inancımızdan öyle kolay vazgeçmeyiz. Politikacılar, gazeteciler ya
da ekonomi danısmanları gibi, bizim için herhangi biri olmaktan öte olan kisiler dünyayı bizim adımıza
yorumlarlar, üstelik yorumlan bizim eğilimimizle uyum içindedir ve onlar, sanki devlet ya da ekonomi bizim
gibi tek tek bireyler için düzenlenmis de ihtiyaçları ile talepleri olabilirmis gibi "devletin ihtiyaçlarından" ve
"ekonominin taleplerinden" bahsederler. Diğer yandan onlar milletlerin, devletlerin ve (bu türden olusumların
yapılarında derinlere islemis) ekonomik sistemlerin karmasık sorunlarım sanki birinin isimlendi-rebileceği,
kamera karsısına koyabileceği ve görüsme yapabileceği birkaç bireyin düsünceleriyle faaliyetlerinin
sonuçlarıymısçasına resmederler. Sosyoloji bu kisisellestirilmis dünya görüsüne karsı çıkar. Sosyoloji
gözlemlerine bireysel failler ve tekil eylemler yerine olusumlardan (bağımlılık ağlarından) yola çıkarken,
tamamen kisisel ve özel olan kendi düsüncelerimiz ve islerimiz de dahil, insan dünyasını anlamanın anahtarı
olarak bildiğimiz o güdülenmis birey metaforunun yerinde olmadığını gösterir. Kisi sosyolojik olarak
düsünürken insanlık halini, hem güdülerimizi hem de eylemli ligimizin sonuçlarını açıklayan en acımasız
gerçeklikleri, yani insanların karsılıklı bağımlılığının çok katlı ağlarını çözümleyerek anlamlandırmaya çalısır.
Son olarak dünyayı ve kendimizi anlamamızda sağduyunun gücünün (sağduyunun sorgulanamazlığı, kisinin
kendini olumlamasını sağlama kapasitesi), hükümlerinin görünüsteki tartısma götürmez karakterine bağlı
olduğunu hatırlayalım. Bu, sağduyumuzu biçimlendiren ama aynı zamanda onun tarafından biçimlendirilen
günlük hayatın rutin, tekdüze doğasına dayanan döngüdür. Günübirlik islerimizin çoğunu olusturan
alısılagelmis ve tekdüze hareketlerimizi sürdürdükçe çok fazla kendimizi irdeleme ve çözümleme gereği
duymayız. Yeteri kadar sıklıkla yinelendiğinde seyler bildik hale gelirler ve bildik seyler kendi kendilerini
açıklarlar; soru vs kusku doğurmazlar. Bir bakıma görünmezdirler. Đnsanlar "her sey her zamanki gibi", "herkes
her zamanki gibi" dedikleri sürece sorulacak soru ve neredeyse yapılacak hiçbir sey yoktur. Asinalık yalnızca
sorgulayıcılığın ve elestirinin değil, aynı zamanda yenilik arayısının ve değistirme cesaretinin de en amansız
düsmanıdır. Alıskanlıkların ve karsılıklı olarak birbirlerini pekistiren inançların hükmü altındaki bu bildik dünya
ile karsılastığında, sosyoloji herkesin isine burnunu sokan ve sıklıkla sinir bozucu bir yabancı gibi davranır.
Sosyoloji "sakinler" arasında kimsenin bırakın yanıtlanmayı, sorulduğunu bile hatırlamadığı sorular sorarak
rahat ve sessiz hayat tarzını bozar. Bu gibi sorular belli olan seyleri bulmacalara dönüstürür; bildik olanı
bilmediklestirir. Ansızın hayatın günlük akısı masaya yatırılır. Artık o yalnızca olası tarzlardan biri, tek ve essiz
olmayan, "doğal" olmayan bir hayat tarzı olarak görünür. Rutini sorgulamak ve bozmak herkesin hosuna
gitmeyebilir; o güne kadar "kendi bildiğince süregelmis" seylerin rasyonel çözümlemesini istediğinden,
birçok kisi bilmediklestirmenin meydan okuyusuna öfke duyar. (Kipling'in öyküsündeki kırkayağı düsünün...
Kırk ayağının kırkını da rahatlıkla kullanarak güzel güzel yürürken karsısına çıkan bir dalkavuk, onun essiz
hafızasına övgüler düzmeye baslar ve hiçbir zaman yirmi birinci ayağından önce on ikinci ya da otuz
besinciden önce yirmi dokuzuncuyu atmadığını 24
söyler. Acımasızca özbilinç kazandırılan zavallı kırkayak artık bir adım bile atamaz olur.) Bazıları kendilerini
asağılanmıs hissedebilirler; o zamana kadar bildikleri ve bundan gurur duydukları seyler simdi değerden
düsmüs, belki de değersiz ve komik oldukları gösterilmistir; bu tür bir soka uğrayan kimse hosnut kalmaz. Ne
var ki, öfke anlasılır bile olsa bilmediklestirmenin yararlan da vardır. En önemlisi, o kisinin hayatını daha
bilinçli, daha kavrayıslı ve belki de daha özgür ve denetimli yasamasının, daha önce düsünülmemis imkânların
önünü açabilir.
Hayatı bilinçli bir biçimde yasamanın gösterilen çabaya değdiğini düsünen herkes için sosyoloji hararetle
sıkılan bir yardım eli olacaktır. Sosyoloji sağduyuyla sürekli ve yakın bir diyalogu korumakla birlikte, onun
sınırlılığını asmayı amaçlar; sağduyunun doğal olarak önünü tıkama eğilimi duyduğu imkânların önünü
açmaya çalısır. Ortak sağduyusal bilgimize hitap ederken ve meydan okurken, sosyoloji bizi deneyimlerimizi
yeniden değerlendirmeye, muhtemel yorumlarının daha birçoğunu kesfetmeye ve sonuçta seylerin bugün
oldukları gibi ya da bizim olduklarına inandığımız (daha doğrusu hiçbir zaman olmamıs olabileceklerini
düsünmediğimiz) gibi oldukları konusunda daha elestirel, daha az uzlasmacı olmaya sevk edebilir,
yüreklendirebilir.
Sosyolojik düsünme sanatının sağlayacağı temel hizmetin her birimizi ve hepimizi daha duyarlı kılmak
olduğunu söyleyebiliriz; duygularımızı keskinlestirebilir, gözlerimizi daha fazla açabilir, öyle ki simdiye kadar
mevcut ancak görünmez olan insanlık durumlarını kesfedebiliriz. Hayatlarımızın bariz olarak doğal,
kaçınılmaz, değistirilmez ve ebedi özelliklerinin, insan gücünün ve insan kaynaklarının kullanılmasıyla ortaya
çıkmıs olduklarını bir kere anladıktan sonra, artık onların kendi eylemimiz de dahil insan eyleminden bağısık
olduğunu ve insan eylemine geçit vermediklerini kabul etmemiz zor olacaktır. Sosyolojik düsünmek, denebilir
ki, kendi basına bir güç, sabitleme karsıtı bir güçtür. Besbelli sabitlemnis haliyle o güne kadar baskıcı
26
özgürlüğümün baska herkesin özgürlüğünden daha güçlü olduğunun garantisi yoktur ve bu da o insanların
özgürlüklerini benimkinden farklı bir hayat yasamakta kullanmayı tercih etmis olabilecekleri anlamına gelir.
Seçme özgürlüğümüz ancak bu kosullarda hayata geçirilebilir.
Tam da sözü edilen nedenlerden dolayı, kolektif özgürlüğün sağlam zeminine oturtarak bireysel özgürlüğün
güçlendirilmesi normalde savunucuları tarafından tek sosyal düzen diye sunulan mevcut güç iliskileri
üzerinde yıkıcı bir etkide bulunabilir. Đste bu nedenden dolayı, sosyal düzeni kontrol eden hükümetler ve
öteki güç sahipleri (özellikle yurttaslarının özgürlüğünü sınırlama ve halka "zorunlu", "kaçınılmaz" ya da "akla
uygun tek yol" olarak sunulan, boyun eğilmesi gereken kurallara karsı direnislerini zayıflatma eğilimindeki
hükümetler) sık sık sosyolojiyi "politik ihanet"lc suçlarlar. Sosyolojinin "bozguncu etkisine" karsı yeni bir
kampanyaya tanık olduğunuzda hiç kuskuya kapılmadan yurttasların hayatlarının baskıcı düzenlenisine
direnme kapasitesine karsı baska bir saldırının tezgâhta olduğunu varsayabilirsiniz. Çoğu kez bu kampanyalar,
kolektif hakların mevcut özyönetim ve özsavunma biçimlerini, baska bir ifadeyle, bireysel özgürlüğün kolektif
dayanaklarını hedef alan sert önlemlere denk düser.
Sosyolojinin, güçsüzün gücü olduğu söylenir. Ne var ki bu her zaman doğru değildir. Sosyolojik anlayısı
benimsemis bir kisinin, hayatın "acı gerçekleri"nin karsısına çıkardığı engelleri kaldırabileceğinin ve
asabileceğinin garantisi yoktur; anlayısın gücü uysal ve .teslimiyetçi sağduyu ile ittifak yapmıs baskı güçleri ile
boy ölçüse-mez. Ne var ki bu anlayıs yoksa, kisinin hayatını basarıyla yönlendirme ve ortak hayat kosullarını
kolektif biçimde yönetme sansı çok zayıflayacaktır.
Bu kitap tek bir amaçla, senin benim gibi sıradan insanların deneyimlerimize derinlemesine bakmasına
yardım etmek ve onlara hayatımızın görünüste bildik yanlarının nasıl baska bir gözle görülüp baska biçimde
yorumlanabileceğini göstermek amacıyla kaleme alınmıstır. Her bölüm günlük hayatımızın, sasmaz bir
biçimde karsımıza çıkan ama derinlemesine düsünmek için zaman ve fırsat bulamadığımız bir özelliği

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PSİKOLOJİYE GİRİŞ

PSİKOLOJİYE GİRİŞ ÜNİTE 01 psikoloji davranışın ve zihinsel süreçlerin bilimsel olarak çalışılmasıdır İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT psikolojinin tarihi : İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT tarafından açılmıştır. bununla psikoloji başlar.daha öncede psikolojik araştırmalar yapılıyordu ama modern anlamda bir labaratuvar açtı wunt. ve psikolojiyi bilimsel bir disiplin olarak tanımladığı o zamana kadarki yapılan araştırmalarıda kapsayan ilk ders kitabı yazdı . psikolojik yaklaşımlar : yapısalcı yaklaşım-işlevselci yaklaşım-gestaltçı yaklaşım-davranışcı yaklaşım-psikodinamik yaklaşım-bilişsel yaklaşım-insancıl yaklaşım

ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ

GİRİŞ Zihin felsefesi, şuurla ilgili konular, fiziksel ölümden sonraki hayat, iradenin özgürlüğü, zihinsel hastalıklar, zihnin davranışta rolü, duygular (kızgın olmak, aşık ya da mutlu olmak nedir?) ve bunlar gibi birçok çözülmez sorunla ilgilenen bir daldır. Zihin kavramı ile ilgili temel sorunlar özellikle zihin-beden sorunu ile başka zihinler sorunudur. Bu ikisi zihin felsefesinin en temel problemleri olarak görülmektedir. Hatta Searle’e göre son elli yıldır, zihin felsefesinin temel tartışma konusu zihin-beden sorunudur. Öyle ki, filozoflar çoğu zaman başka şeylerden bahsediyor gibi görünürler fakat asıl amaçları zihin-beden sorunu hakkında görüşlerini bildirmektir. 1 Bu çalışmada 50’li yıllardan itibaren dil felsefesi alanında, 80’li yıllardan itibaren de zihin felsefesi alanında geniş ve derin etkileri olan eserler veren çağdaş düşünür John Searle ile birlikte, modern felsefenin kurucusu kabul edilen René Descartes, On yedinci yüzyıl filozofları olan Leibniz ve Spin

Franz KAFKA – Dönüşüm Üzerine

Franz Kafka , (d. 3 Temmuz 1883 – ö. 3 Haziran 1924) modern dünya edebiyatının ikonik ve özgün yazarlarından biridir. Temmuz 1883’te Prag’da ufak moda eşyalar satan bir dükkan işleten Hermann ve Julie Kafka’nın 6 çocuğunun ilki olarak dünyaya gelmiştir. İki erkek kardeşi daha bebekken ölmüştür. Üç kız kardeşi de kendinden uzun yaşamıştır. Hukuk okumuş, boş zamanlarında yazmaya başlamıştır. Yazıları, ilk olarak Betrachtung, 1912 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Kafka’nın duygusal deneyimleri ve ailesiyle olan ilişkileri eserlerinde özellikle günlük ve mektuplarında ifade bulmuştur. Babaya Mektup’ta (Almanca: Brief an den Vater) Kafka’nın bakış açısından babasıyla olan ilişkisi gözükmektedir. Hayatta olduğu süre içerisinde 7 kitap yazmıştır. Bunların yanında 3 tamamlanmamış roman ve birçok mektup ve günlük bırakmıştır gerisinde. Kafka yakın arkadaşı Max Brod’dan öldüğünde tüm bu eserlerini yakmasını istemiştir. Max Brod’un Kafka’nın bu isteğini yerine getirmemesi sayesin