Ana içeriğe atla

ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ



GİRİŞ
Zihin felsefesi, şuurla ilgili konular, fiziksel ölümden sonraki hayat, iradenin özgürlüğü, zihinsel hastalıklar, zihnin davranışta rolü, duygular (kızgın olmak, aşık ya da mutlu olmak nedir?) ve bunlar gibi birçok çözülmez sorunla ilgilenen bir daldır.
Zihin kavramı ile ilgili temel sorunlar özellikle zihin-beden sorunu ile başka zihinler sorunudur. Bu ikisi zihin felsefesinin en temel problemleri olarak görülmektedir. Hatta Searle’e göre son elli yıldır, zihin felsefesinin temel tartışma konusu zihin-beden sorunudur. Öyle ki, filozoflar çoğu zaman başka şeylerden bahsediyor gibi görünürler fakat asıl amaçları zihin-beden sorunu hakkında görüşlerini bildirmektir.1
Bu çalışmada 50’li yıllardan itibaren dil felsefesi alanında, 80’li yıllardan itibaren de zihin felsefesi alanında geniş ve derin etkileri olan eserler veren çağdaş düşünür John Searle ile birlikte, modern felsefenin kurucusu kabul edilen René Descartes, On yedinci yüzyıl filozofları olan Leibniz ve Spinoza’nın zihin-beden problemi hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir.




ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ
İnsan hakkında söylenebilecek önermeler ikiye ayrılmaktadır. Birincisi bedensel durum ve özellikleri ile ilgili olan önermelerdir. İkincisi ise duygu, düşünce, anı, istekleri ve karakter özellikleriyle ilgili olan önermelerdir. Yani bedensel ve zihinsel özellikleri içeren önermelerdir.
Zihin-beden problemi, zihin ve bedenin nasıl bir etkileşim içinde olduğunun sorgulanmasıdır. Bu konuda şu soru sorulmaktadır: ‘Zihin, bedenin bir parçası olan beyin ile aynı şey midir yoksa bedenden farklı bir şey midir?’2 Zihin ve beden etkileşimi hakkında konu ile ilgilenen herkesin kendine has bir açıklaması vardır. Getirilen yaklaşımlar materyalizm ve düalizm olmak üzere iki farklı genel başlıkta karşımıza çıkmaktadır.

DÜALİZM
Düalizm (ikicilik) beden ve zihnin birbirinden ayrı şeyler olduklarını kabul eder. Bu anlayışa göre zihinsel işlevler fiziksel olmayan şeylerden oluşmalıdır.3
Tüm zihinsel etkinliklerin kaynağı, beyin gibi maddi bir varlık olmayıp, bedenle birlikte var olan ama aynı zamanda ondan tamamen bağımsız olan ve maddi olmayan insani bir öz veya ruhtur.4
Düalizm iki özellikle ortaya çıkmaktadır:
Bunlardan ilki Descartes’ın savunucusu olduğu, evrende maddi nesneler ve maddi olmayan zihinler olmak üzere birbirinden farklı iki varlık türü olduğunu ileri süren cevherci (kartezyen) düalizmdir. Kartezyen düalizm ruhun cisimsiz olduğunu savunmaktadır. Diğeri ise, nesnelerin metafizik açıdan birbirinden farklı iki tür niteliği olduğu şeklinde bir görüş benimseyen nitelikçi düalizmdir.5


DESCARTES
Descartes felsefesinde bilinç, ruhun özünü ve düşüncenin kendisini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bilinç, var olan her şeyin de ana kaynağıdır.6
Descartes’ın düalizminde zihin ve beden iki ayrı töz olarak tanımlanmaktadır. Beden, biçimi ve boyutları olan bir varlıktır. Zihnin ise ne biçimi ne de boyutu yoktur. Ona göre zihin ve beden sadece yapı olarak değil, nicelik olarak da karşıttır.7
Zihni, duyularımızla algıladığımız dünyadan tamamen bağımsız olarak düşünen Descartes, bedenin bölünebilir olmasına karşılık zihnin bölünemezliğinden bahsetmektedir.
“…Tüm özü ya da doğası düşünmekten başka bir şey olmayan ve varolmak için herhangi bir yere gereksinimi olmayan, herhangi maddesel bir şeye bağımlı olmayan bir töz olduğumu anladım. Öyle ki bu ben yani kendisiyle neysem o olduğum ruh, bedenden tümüyle ayrıdır, hatta bedenden daha kolay tanınır ve beden olmadığında bile o kendisi olmaktan çıkmaz.”8
Cevizci’nin belirttiği üzere, Descartes’ın bu düşüncesi her ne kadar 17. Yy bilimine uygun düşse de Antikçağ’dan bu zamana kadar temel alınan, tek töz olan varlığı, madde ve ruh olmak üzere ikiye ayırması ile felsefe tarihinde bir ilki gerçekleştirerek büyük bir güçlüğe yol açtığı görülmektedir.
Bu düşüncesine göre, artık varlık iki ayrı tözden oluşmaktadır. Bu iki tözün birbirinden bağımsız konumda oldukları söylenmektedir. Bu çerçevede yer kaplamayan fakat düşünen töz, düşünemeyen ama yer kaplayan maddi tözü, maddi töz veya beden de, düşünen töz veya zihni etkileyemez.9
Descartes’ın böylesine keskin bir ayrımla maddi töz ve zihinsel tözü birbirinden ayırması, uzaysal özellikler taşımakta olan beden ile böyle özellikler taşımayan zihnin nasıl birbirlerini etkileyebildikleri sorusunu ortaya çıkarmıştır.10 Yani nasıl oluyor da birbirinden bağımsız olmalarına rağmen kafamızın içinde gerçekleşen kararlar, bizim kol ve bacaklarımızın harekete geçmesine sebep oluyor?
Zihin ve bedenin birbirlerinden bağımsız tözler olduğunu ileri süren Descartes, bu soruya onların bu dünyada ayrı olmadıklarını ifade ederek çözüm bulmaya çalışmıştır. Bu çözüme zihnin özü olan düşünmeyi ileri sürerek ulaşmıştır.
Zihin, bedende meydana gelen birtakım uyarılara, uyarılarla tepki verir; beden ise, ruhun isteklerini hareket olarak gerçekleştirir. O, bu etkileşimin beynin arkasında bulunan “kozalaksı bez”11 sayesinde olduğunu söylemektedir.12
Descartes’ın çizdiği keskin sınır, bu konuda birçok farklı görüşü de beraberinde getirmiştir.


MONİZM
Evreni tek bir ilkeye dayandırarak açıklamaya çalışan düşünürlerin benimsediği görüştür. Materyalizm (tekçilik) olarak da bilinen bu düşünceyi savunanlar, beden ile zihnin farklı tözlerden yapılmış olduğu görüşünü kabul etmemektedirler. Zihin denilen şeyin beynin dışında bir şey olmadığını düşünmektedirler. Bu görüşe göre var olan her şey tek bir tözden, maddeden yapılmıştır.13
Materyalizm davranışçılık, fizikselcilik, işlevselcilik, eleyici maddecilik, güçlü yapay zekâ gibi farklı türlerde karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bu çeşitliliğe rağmen, hemen hepsi, ‘maddecilik anti zihinselciliğe ve zihinselcilik de anti maddeciliğe dolaylı olarak delalet eder’ görüşünde birleşmektedirler.14

SPİNOZA
Zihin-beden konusunda fikir beyan etmiş bir filozof olarak karşımıza çıkmakta olan Spinoza, Descartes’ın aksine düalist düşünceden uzaklaşarak, probleme materyalist olmayan monist bir varlık görüşüyle çözüm bulmaya çalışmıştır. Spinoza’da zihin, düşüncenin; beden, yayılımın bir modusudur ve bunlar bir ve aynı gerçeklik olarak, Tanrının öz-niteliklerinin görüntüleridir.
Spinoza’nın zihin-beden hakkındaki görüşü nötral monizm adıyla bilinmektedir. Nötral monizme göre “maddi” dediğimiz olaylar ve “zihinsel” diye tanımladığımız olaylar ortak kaynaklıdır. 15 Bu görüş zihin ve beden arasında her tür gerçek nedenselliği reddettiği gibi, birinin diğerine üstünlüğüne de izin vermemektedir.
Spinoza’ya göre, zihnin beden üzerinde nasıl etkide bulunabildiği ya da bedenin zihin üzerinde nasıl etkili olabildiği onları bir ayrıma götürmemektedir. Etika’ya göre, zihindeki bir hareket bedende de zorunlu bir harekettir.16
Spinoza bedendeki oluşumların zihinde mutlaka bir kavramı, idesi olması gerektiğini ifade etmektedir. Yani bedende bir fiziksel oluşum ortaya çıktığında zihinde buna karşılık gelen bir zihinsel oluşum ortaya çıkacaktır. Zihinle beden arasındaki ilişki bu paralel oluşumlar biçiminde gerçekleşmektedir. Bu durumda zihin ve bedenin işlemde bulunduğu yapı bir ve aynı olmaktadır.17 Yani zihin ve beden bu anlamda özdeş şeylerdir, tek bir tözdürler.


LEİBNİZ
Leibniz’in görüşüne göre ise Tanrı’nın evrenin başlangıcında kurduğu uyum sistemi sayesinde, birbirinden bağımsız olan zihin ve beden arasında da uyum olmaktadır. Zihinsel olaylar ile maddesel olaylar birbirine paralel ilerlemektedir.18 Bir fiziksel olay olan yere düşmüş olmak, zihinsel olay olan acı duygusundan önce gelmektedir. Fakat bunun sebebi aralarında bir neden-sonuç ilişkisi olması değildir; zihinsel ve maddesel olaylar arasında nedensel bağlantılar bulunmamaktadır.
Leibniz zihinsel ve maddesel olaylar arasındaki birlikteliği ‘önceden kurulmuş uyum’ düşüncesiyle ifade etmiştir.
Bu ilkeler, bana ruhla örgenli bedenin uygunluğunu veya birleşmesini tabii olarak açıklamak imkânını verdi. Ruh kendi kanunlarına uyuyor, cisim de kendininkilere; bunlar bütün tözler arasında, öncel düzene uyarak birbirleriyle karşılaşıyorlar, çünkü bütün tözler aynı evrenin tasarımlarıdır.”19
Karşılıklı etkilerden oluşmayan bu uyum, Tanrı tarafından kurulmuştur. Yani zihinsel ve maddesel olaylar arasında nedensel bir ilişki değil, karşılıklı uyum ilişkisi mevcuttur.


JOHN SEARLE
Searl’ün zihin-beden problemi hakkındaki görüşleri, Descartes ve materyalist filozofların görüşlerinden farklılık göstermektedir.
Searle felsefesinde bilinç önemli bir yer tutmaktadır. Searl’ün, beyinde oluşan biyolojik bir süreç olarak ortaya çıkmakta olan ve sindirim, fotosentez vs. biyolojik özellikler gibi doğal bir düzenin parçası olarak bahsetmiş olduğu bilinç20, Descartes’ın düşünme veya zihin diye adlandırdığı şeye karşılık gelmektedir.
Searle’e göre bilinçli olmak, uyandığımızda başlayan ve gece uyuyuncaya kadar gün boyu devam eden veya ölünceye, komaya girinceye kadar süren duyarlılık veya farkındalık durumlarına karşılık gelmektedir. Normal uyanıklık durumlarına hiç benzememesine rağmen, rüyalar da bir tür bilinç biçimidir.21 Uyku, koma ve ölüm anlarında bilinç ortadan kalkmaktadır. Rüyada ise daha az yoğunlukta da olsa bilinçli bir durum söz konusudur.
Bilincin maddi bir töz olduğunu kabul eden Searle, buna karşılık kendisini materyalist olarak görmemektedir. Çünkü o bilinci nöron, sinir hücreleri gibi beyinle ilgili durumlara indirgemez. Oysa ona göre materyalistler bilinci, kendisinin ifade ettiği gibi değil de bir nesne olarak görmektedirler.22
Bilinç bir ve aynı anda tamamıyla hem maddi hem de indirgenemez şekilde zihinseldir. Yani bilinci tamamen beynin alt fonksiyonlarına, fiziksel bir şeye indirgemek de, fizik ötesi bir şey olarak açıklamak da doğru değildir.
Ona göre ne düalizm ne de materyalizm doğru olma şansına sahip değildir.
Searle Zihnin Yeniden Keşfi adlı kitabında hem düalizmin hem de materyalizmin yanlış olduğunu ileri sürerken, düalistlerin ‘nesneler ve nitelikler kaç türlüdür?’ sorusuna ‘iki’ cevabını verirken aynı soruyu monistlerin ‘bir’ diye cevapladığını, fakat buradaki asıl hatanın saymaya başlamak olduğunu ileri sürmektedir.23
Düalizm, bilincin durumunu ve varlığını gizemli bir hale getirirken, zihinsel alanın maddi dünyayla nasıl ilişki içinde olduğunu açıklayamamaktadır.24 Bilinci dünyanın bir parçası ve aynı zamanda da biyolojik bir şey olarak görmeyen düalizmi reddeden Searle, materyalizmin ise bilincin mevcudiyetini dahi yok saydığını ifade ederek kabul etmemiştir.
Searle’ün düalizm ve materyalizmi reddeden görüşlerini, “düalizm problemi çözülmez kılıyor; materyalizm ise çalışacak görüngünün ve dolayısı ile problemin varlığını inkâr ediyor”25 şeklinde özetlemek mümkündür.
Duygu durumlarının da zihinsel olmasını ifade etmesine karşılık, temel kaygısının bilimsel bilgiyi temellendirmek olduğu bilinen, yani bilincin temel fonksiyonunun bilme olduğunu belirten Descartes’ın aksine, Searle’ün görüşüne göre, bilinç deneyimlerimizin tamamı herhangi bir duygu durumunda gerçekleşmektedir.26
Bilincin kaynağı konusunda da Searle ve Descartes farklı görüşleri benimsemektedirler. Descartes için bilincin kaynağı söz konusu olduğunda ontolojik ve epistemolojik olmakla birlikte, daha derinlere bakıldığında teolojik yönlerinin de olduğu görülebilmektedir.27 Descartes’ın bu görüşünü eleştiren Searle ise, kesinliğe sadece bilimle ulaşılabileceğini savunmaktadır.28
İki farklı tözün birbirleriyle hiçbir ortak özelliğe sahip olmadıkları halde, etkileşimlerini bedene ait olan bir bezle sağladıklarını ileri süren Descartes’ın zihin-beden problemi hakkında ifade etmiş olduğu bu çözüm önerisi, birçok düşünür gibi Searl’ü de tatmin etmemektedir. O bu çözümü yetersiz bulmaktadır.29
Searle’e göre bilinçle beyin arasındaki metafiziksel ilişkilere dair önermeler şu şekildedir:
  • Bilinç içsel, niteliksel, öznel durum ve süreçlerden oluşur.
  • Bir birinci şahıs ontolojisine sahip olduğu için, bilinç sıcaklık, akışkanlık ya da katılık gibi diğer doğal görüngüler için tipik olan tarzda bir üçüncü şahıs ontolojisine indirgenemez.
  • Bilinç, her şeyin üstünde, biyolojik bir görüngüdür. Bilinç süreçleri biyolojik süreçlerdir.
  • Bilinç süreçlerine beyindeki daha düşük düzeydeki sinirsel süreçler sebep olur.
  • Bilinç beynin yapısında gerçekleşen daha üst düzeydeki süreçlerden oluşur.
  • Bilince sebep olan ve bilinci gerçekleştiren yapay bir beyin oluşturmamamız için, bildiğim kadarıyla, hiçbir sebep yoktur.”30

İşe düalizm ve materyalizm geleneğini tümüyle reddederek başlayan Searle için problemin çözümü basit görünmektedir.
Ona göre zihinsel görüngüler, beyinde bulunan sinir sistemindeki işlemlerin sonucudur ve bu işlemler tamamen beynin özellikleridir. Searle bu görüşüne biyolojik natüralizm adını vermektedir. Bu düşünceyi kısaca şu şekilde özetlemek de mümkündür: Bilince beyindeki süreçler sebep olur ve bilinç beyindeki sistemin yüksek düzeydeki bir özelliğidir.31
Searle bu konu hakkındaki görüşü kabul gördüğünde, düalizmin ve materyalizmin içine düştüğü çıkmazların büyük ölçüde aşılacağını düşünmektedir.
SONUÇ
Henüz genel bir düşüncede uzlaşılmamış olan zihin-beden problemi hakkında düalizm, madde ya da zihinden birinin varlığını inkâr etmek yerine her ikisinin de gerçek olduğunu iddia eder. Düalizmi savunan en ünlü filozof olarak karşımıza Descartes çıkmaktadır. O bu sorunu kendince, zihin ile bedenin iletişimini sağlayan kozalaksı bez olduğunu ileri sürerek çözüme kavuşturmuştur.
Her şeyin tek bir tözden meydana geldiğini savunan görüş ise monizmdir. Monizmi savunanlara göre zihin ve beden bir ve aynı yapıdadır.


Spinoza zihin ve beden konusuna tek tözcülük ile yaklaşmaktadır. Dolayısıyla zihnin beden olduğunu, ne zihni ne de bedeni tek başına düşünemeyeceğimizi ifade etmektedir.
Konuya Tanrı’nın önceden kurmuş olduğu uyumdan yola çıkarak açıklama getiren Leibniz, zihinsel ve maddesel olaylar arasında bir sebep-sonuç ilişkisi olmadığını belirtmektedir. Ona göre bu olaylar birbirine paralel gerçekleşmektedir.
Düalizm ve monizmi savunan filozofların zihin-beden problemini çözemediğini ileri süren ve bu konudaki görüşlerin hepsini reddeden Searle’ün görüşüne göre bilinç, beyindeki alt düzey nörobiyolojik süreçlerin neden olduğu fakat beynin daha yüksek düzeyli nitelikleridir. John Searle, biyolojik doğalcılık fikrini benimsemekte ve çözüm olarak da bu fikri önermektedir. Biyolojik doğalcılık fikrinin kabul görmesi ile birlikte, düalizm ve materyalizmin yarattığı çözümsüzlük çözüme kavuşacaktır.


KAYNAKLAR
ALTUNER, İ. (2013), “Kartezyen Düalizm ve Ruhun Kavramsal Değişimi”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:4, s.55-67.
BÜYÜK, C. (2013), “Düalizm, Bilinç ve Tanrı”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:39, s.134-156.
CEVİZCİ, A. (2007), On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Asa Kitabevi, Bursa.
ÇELEBİ, V. (2014), “John Roger Searle’de Bilinç ve Yönelimsellik”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), Sayı:18, s.15-29.
DESCARTES, R. (2009), Yöntem Üzerine Konuşmalar, Çev.Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara.
DESCARTES, R. (2014), Ruhun Tutkuları, Çev.Murat Erşen, Say Yayınları, İstanbul.
DURAKOĞLU, A. AY, V. (2012), “Descartes ve Searle’de Zihin Problemi”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), sayı:13, s.187-200.
LEİBNİZ, W. (1997), Monadoloji, Çev.Suut Kemal Yetkin, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
SAYAN, E. (2010), “Analitik Zihin Felsefesinin Temel Problemlerine Bir Bakış”, Bilinç Çalıştayı, İzmir, s.37-54.
SEARLE, J. (2004), Zihnin Yeniden Keşfi, Çev.Muhittin Macit, Litera Yayıncılık, İstanbul.
SEARLE, J. (2006), Zihin Dil Toplum, Çev.Alaattin Tural, Litera Yayıncılık, İstanbul.
SPİNOZA, B. (2011), Etika, Çev.Hilmi Ziya Ülken, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.


1 Searle, John , (2004), Zihnin Yeniden Keşfi, Litera Yayıncılık, Çev.Muhittin Macit, İstanbul, s.48.


2 Sayan, Erdinç, (2010), “Analitik Zihin Felsefesinin Temel Problemlerine Bir Bakış”, Bilinç Çalıştayı, İzmir, s.41.


3 Searle, John, (2006), Zihin Dil Toplum, Litera Yayıncılık, Çev.Alaattin Tural, İstanbul, s.55.


4 Büyük, Celal, (2013), “Düalizm, Bilinç ve Tanrı”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:39 s.134.


5 Searle, a.g.e, s.56.


6 Büyük, a.g.m, s.138.


7
Altuner, İlyas, (2013), “Kartezyen Düalizm ve Ruhun Kavramsal Değişimi”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:4, s.60.


8 Descartes, René, (2009), Yöntem Üzerine Konuşmalar, Çev.Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara, s.39-40.


9 Cevizci, Ahmet, (2007), On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Asa Kitabevi, Bursa, s.142-143.


10 Sayan, a.g.m, s.41.


11 Descartes’a göre bu bez, ruhun bedendeki merkezidir. Ruh isteklerini bedende yerine getirebilmek için doğrudan bu bezi kullanmaktadır.


12 Descartes, René, (2014), Ruhun Tutkuları, Çev.Murat Erşen, Say Yayınları, İstanbul, s.34.


13 Sayan, a.g.m, s.41-42.


14 Searle, a.g.e, s.80.


15 Sayan, a.g.m, s.42


16 Spinoza, (2011), Etika, Çev.Hilmi Ziya Ülken, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, s.133.


17 Spinoza, a.g.e, s.135.


18 Leibniz, (1997), Monadoloji, Çev.Suut Kemal Yetkin, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, s.18.


19 Leibniz, a.g.e, s.18.


20 Searle, a.g.e, s.121.


21 Çelebi, Vedat, (2014), “John Roger Searle’de Bilinç ve Yönelimsellik”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), Sayı:18, s.16.


22 Searle, a.g.e, s.59-61.


23 Searle, a.g.e, s.43.


24 Searle, a.g.e, s.61-63.


25 Çelebi, a.g.m, s.26.


26 Durakoğlu, Abdullah, Ay, Volkan, (2012), “Descartes ve Searle’de Zihin Problemi”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), sayı:13, s.196.


27 Durakoğlu, Ay, a.g.m, s.197.


28 Searle, a.g.e, s.46.


29 Searle, a.g.e, s.59-63.


30 Searle, a.g.e, s.64.


31 Searle, a.g.e, s.65; Searle, a.g.e, s.13-15.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PSİKOLOJİYE GİRİŞ

PSİKOLOJİYE GİRİŞ ÜNİTE 01 psikoloji davranışın ve zihinsel süreçlerin bilimsel olarak çalışılmasıdır İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT psikolojinin tarihi : İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT tarafından açılmıştır. bununla psikoloji başlar.daha öncede psikolojik araştırmalar yapılıyordu ama modern anlamda bir labaratuvar açtı wunt. ve psikolojiyi bilimsel bir disiplin olarak tanımladığı o zamana kadarki yapılan araştırmalarıda kapsayan ilk ders kitabı yazdı . psikolojik yaklaşımlar : yapısalcı yaklaşım-işlevselci yaklaşım-gestaltçı yaklaşım-davranışcı yaklaşım-psikodinamik yaklaşım-bilişsel yaklaşım-insancıl yaklaşım

Franz KAFKA – Dönüşüm Üzerine

Franz Kafka , (d. 3 Temmuz 1883 – ö. 3 Haziran 1924) modern dünya edebiyatının ikonik ve özgün yazarlarından biridir. Temmuz 1883’te Prag’da ufak moda eşyalar satan bir dükkan işleten Hermann ve Julie Kafka’nın 6 çocuğunun ilki olarak dünyaya gelmiştir. İki erkek kardeşi daha bebekken ölmüştür. Üç kız kardeşi de kendinden uzun yaşamıştır. Hukuk okumuş, boş zamanlarında yazmaya başlamıştır. Yazıları, ilk olarak Betrachtung, 1912 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Kafka’nın duygusal deneyimleri ve ailesiyle olan ilişkileri eserlerinde özellikle günlük ve mektuplarında ifade bulmuştur. Babaya Mektup’ta (Almanca: Brief an den Vater) Kafka’nın bakış açısından babasıyla olan ilişkisi gözükmektedir. Hayatta olduğu süre içerisinde 7 kitap yazmıştır. Bunların yanında 3 tamamlanmamış roman ve birçok mektup ve günlük bırakmıştır gerisinde. Kafka yakın arkadaşı Max Brod’dan öldüğünde tüm bu eserlerini yakmasını istemiştir. Max Brod’un Kafka’nın bu isteğini yerine getirmemesi sayesin