iki anlamı vardır. Bu kelimenin geniş anlamıyla: İlkçağda,
sofist denilince, genellikle şair vc filozof kişiler
anlaşılır. Dar anlamı ise: Belli bir filozoflar topluluğuna,
yani M.O. 500'de yaşamış olan filozoflar topluluğuna
verilen isimdir. Bundan, başka "sofist" kelimesi,
özellikle Efiâtun'un etkisiyle özel bir anlam kazanmıştır.
Bu kötü anlamın haklılığı savunulamaz, çünkü
bu ismi taşıyanlar, felsefe tarihi bakımından hiç de
önemsiz kişiler değildir.
Bundan önce tanıttığımız filozoflar, özde, doğayı
araştıran bilginlerdi. Sofistler ise birer bilgin, birer
araştırmacı olmayıp^ her şeyden önce birer Öğretmendirler.
Sofistlere, özellikle İran savaşından sonra,
İranhiann yenilip Atina'nm siyasal vc kültürel alanda
büyük bir gcfişmc gösterdiği dönemde rastlıyoruz.
Bu dönemde Atina'da vc ona uyan öteki Yunan kentlerinde
köklü (radikal) bir demokrasi iktidara gelmişti.
Bu demokrat idare şimdiye kadarkilerden çok daha
fazla insanın devlet yönerimine katılmasını sağlamıştır.
İşte bir yandan kültürel gelişim, öte yandan demokrasi
yönetiminin özellikleri o dönem Yunanistan'da
eğitim yönünden geniş ölçüde bir gereksinimi omya
çıkarmıştır Bu gereksinim, o zamana kadar özel olan
ve daha çok kölelerce yönetilen eğitimin daha bir genclleşip
genişlemesine neden olmuştur. Yeni siyasal
vc sosyal koşullar, özellikle, siyasal eğitimi sağlayan
genel bir öğretim gereksinimi doğurmuştur. Nerede
böyle bir gereksinim doğarsa, orada bu gereksinimi
karşılayacak birtakım kimselerin ortaya çıkması doğaldır.
İşte Sofistler dc böyle bir gereksinimin ortaya çıkardığı
öğreticilerdir. Bunun içindir ki Sofisüer, öncelikle
öğretmendirler. Bunlar Yunanistan'ın çeşitli
kcnderindc dolaşırlar, uğradıkları yerlerde para karşılığında
ders verirler. Ders vermeyi bir meslek haline
getirmek, hele derslerin para karşılığı verilmesi, o zamana
kadar Yunanistan'ın tanımadığı bir olaydı.
Özellikle tutucu çevreler için para karşılığında ders
vermek pek çirkin bir davranış sayılıyordu. B u dönemi
Antik dönemden ayıran en büyük farklardan biri.
Antik dönemin işe az önem vermiş olmasıdır. Eski
Yunan'da beden gücü ile çalışmak aşağılanan bir davranış
sayılıyordu. Beden işlerinde ancak köleler çalıştınlır.
Aynı şekilde, mesleğiyle geçinen zcnaatkârlann
da toplumda saygınlığı yoktu. İşte Sofistlerin ders
vermeyi bir meslek yapmaları ve derslerin para kaı^ılığı
verilmesi, o dönemdeki Yunanistan'da hiç mi hiç
hoş karşılanmamıştır.
Sofistlere karşı olanların başında yer alan Eflâtun,
"Protagoras" adlı diyalogunda Sofistlerin ne biçim insanlar
olduğunu ve bunların çalışma biçimlerini çok
canlı olarak tasvir ermiştir. Protagoras Sofistlerin en
eskilerinden vc en büyüklerin dendir. Diyalog şöyle
başlar: Eflatun'un hemen tüm diyaloglaanda birinci
konuşmacı olan Sokrat'ı bir gün sabah erkenden bîr
delikanl] yatağından uyandırır vc kendisine ünlü Protagoras'ın
geldiğini coşkuyla anlatır, Dclikanh Protagoras'tan
mudaka ders almak istediğini dile getirir.
Sokrat delikanlıya isteğinin erişilmez bir şey olmadığmı,
yeterli parası varsa isteğinin kolayca yerine gelebileceğini
söyler. Sonra kalkıp birlikte Protagoras'ın
konakladığı eve giderler. Burada Protagoras'tan başka
bir kaç Sofist daha vardır. Eflâtun, Sokrat ile delikanlının
eve girdikleri zaman gördüklerini çok canlı
bir biçimde anlatır. Protagoras büyük bİr salonda bir
aşağı bir yukan dolaşıyor, arkasında öğrencileri kendisini
saygıyla izlemektedir. Aynı salonun bir köşesinde
öteki bir Sofist, Hippias gökyüzünü göstererek
astronomi dersi vermektedir. Salona, bitişik odadan
birrakım sesler gelmektedir. Bu odada da bir başka.
Sofist, Prodikos y^XW'gi yerden d e r s veriyor, Salona giren
Sokrat ile delikanlı Protagoras'a yaklaşırlar ve
kendisine delikanlının isteği iletilerek ders verİp veremeyeceği,
verebilecekse bunun hangi konuyla İlgili
olacağı sorulur, Protagoras delikanlıya: Benden ders
alirken günden ^ünc daha erdemli olduğunu göreceksin,
ben sanu yararlı olacak şeyler, işine yardımcı olacak
şeyler öğreteceğim der. Bununla da astronomi öğreten
Hippias'a taş atmış olur. Delikanlı dersin konusunu
sorunca, Protagoras bunun her şeyden önce bir
vatandaşa siyaset alanında gerekli olan şeyler konusunda
olacağını, kendisine her vatandaşın bu konuda
bilmesi gereken şeyleri öğreteceğini söyler.
O zamanki Atina'da her vatandaşın bilmesi gereken
şeylerin başında hitabet geliyordu. Sofistlerin eğitim
uygulamalarının ağırlık merkezini hitabet oluştu
ruyûrdu- Bu da belli nedenlere dayanıyordu; O zamanki
Atina'da hitabet sanaünı bilmek kişiye çok büyük
saygınhk kazandırıyordu. Çünkü devlet ile ilgili
önemli kararların alındığı "Halk Mcclisi"ı\dc hitabet
çok etkili oluyordu. Ayrıca hitabet yargılama için çok
gcrckJiydi, çünkü davacı ile davalının yargı önünde
söyledikleri nutuklar, yargıçların kararları üzerinde etkili
oluyordu. Tüm bunlar söylenen sözlerin güçlü
olmasını gerekli kılıyordu. Ancak bu hitabet sanatının
bazı sakıncalı yanları da yok değildi. Sofistlerin yaptığı
gibi, istemli bir biçimde öğretilen konuşma sanatı,
yalnızca karşısındakini inandırmayı temel alır. İ ş t e Sofistlerin
karşıtları onları özellikle bu yönden eleştirmekte
vc sorgulamakla haklıdırlar. Sofistlerin kötü
ünlerinin başlıca nedenlerinden biri dc bu hitabet anlayışlarıdır.
Sofistlerin öteki bir özelliği ise, özellikle insan konusuyla
uğraşmalarıdır. Onlar bu konuyu ele aldıkları
zaman, kuşkusuz, bazı şeyleri biliyorlardı. Kendilerinden
öncekilere yabancı olmayan Sofistler, insan ile ilgilendikleri
için, tarih konusuna da yabancı değildiler.
Bu konuda da kendilerinden önceki felsefe okullarından
hiçbirine katılmadılar, onlar arasmda yalnızca
karşılaşnrmalar yapmakla yetindiler. Bu karşılaşnrmalar
sonunda şu sonuca vardılar: Şimdiye kadar ki
felsefe, evren konusunda tutarlı bir anlayış elde edememiştir.
Söz gelişi Heraklit ile Elealılar arasında bir zıtlık
vardır. Heraklit her şeyi oluş durumunda görür vc
bu oluş içinde sabit olan, kalıcı bir şeyin var olduğunu
reddeder. Elealılar ise, tam tersine, oluşu reddeder
Gerçek varlığın başlangıcı vc sonu olmayan bir
süreklilik, bir kalış olduğunu İleri sürerler. Unsurlar
konusunda da filozoflar bir uzlaşmaya varabilmiş değildir.
Birisi ana unsurun su, birisi hava, bir başkası
ise ateş olduğunu savunur. En sonunda bir filozof
bunlara toprağı da katarak dört unsurun da ilke olduğunu
öne sürmüştür. Anaksagoras ile Demokrit ara
smda da bir anlaşmazlık söz konusudur: Anaksagoras'a
göre evrenin başlangıcında, belli bir plâna görc
yaratan bir ruh vardır. Demokrit ise doğada ancak
makina işleyişi cinsinden (mihaniki) bir zorunluluk
olduğunu savıuıur. Sofistlere göre: "Ne kadar filozof
varsa, evrenin yapısı hakkında o kadar görüş vardır."
Bu yüzdendir ki, bu filozoflar gerçeği Öğretemezler.
Her filozof kendi düşüncelerinin doğru, başkalarınınkilerin
yanlış olduğunu sa^nur. Burada şu soru öne
çıkar: "Acaba^gerpek diye bir şey var mıdır? Tümgörüşlerden
herbiri ötekiyle çeliştiğine göre, geriye gerpsk
diye bir şey kalır mt?" Kanıtlanabilir bir gerçek karşısında
duyulan kuşku ile hitabette karşıdakini inandırmayı
amaçlayan kuşku arasında bir uyum vardır. Felsefe
tarihinde, bilgi teorisi açısından, ilk şüpheciler
Sofisderdir. Sofistler, tümel bir gerçeğin varlığından
ilk şüphelenenlerdir. Sofistler teorik alanda şüpheci,
uygulama alanında öğretmen ve hitabet öğredcîleridir.
Aynca onlar özellikle insan konusu ile İlgilenirler,
doğa konuları, bunların ilgi alanının dışında kalır.
Yorumlar
Yorum Gönder