Bu haftaki incelediğim kitap “Küçük Prens” her yaştan insanın okuyabileceği bir eser. Kitap sevenlerin her dönem mutlaka okuması gereken bir eser aynı zamanda.
Aslında eserin ilginç bir serüveni var. Telif hakkı yasalarınca eser sahibinin ölümünün üzerinde 70 yılı geçmesi durumunda söz konusu eserlerin yayın hakkı serbest kalıyor. Yani özetle isteyen her yayın evi bu kitabı yayımlayabiliyor. 1 Ocak 2015’te bu durum Küçük Prens içinde geçerli oldu ve birçok yayın evi küçük prensi yayınları arasına dahil etti. Küçük Prens’i bilen biliyordu zaten ama bilmeyenlere de bu vesileyle tanışmış oldu.
Küçük Prens kitapları, farklı yayın evlerinden farklı tarzlar da yayımlandığı için sayfa sayıları farklılık gösterebiliyor tabii ama genel olarak 100 sayfa civarında bir eser. 100 sayfanın içinde Küçük Prens’e ve öyküdeki diğer kahramanlara ait yazarın kendi resim (sulu boya) çizimleri de yer alıyor. Bu kadar az sayfaya sığabilmiş satırlar nasıl oluyor da okuyanı kendine bağlayabiliyor? Aslında bunu kime sorsak farklı bir cevap alabiliriz; eserin güzel yanlarından biri de bu aslında.
Kitabı ufak bir özet geçecek olursak; yazarın uçağı bozuluyor ve Sahra Çölü’ne zorunlu iniş yapıyor. Uçağını tamir etmek zorundadır ve sadece sekiz gün yetecek kadar suyu kalmıştır. Bu adeta bir ölüm kalım meselesidir onun için. Bir sonraki gün bir anda karşısına Küçük Prens çıkacaktır. En yakın yerleşim yerine bin mil uzaklıkta, çölün ortasında karşısında dikilen bir çocuk! Küçük Prens’in hikayesine ve yazarla arasındaki diyaloğa tanık olduğumuz bu kısa hikayede umutsuzluğa, kendini beğenmişliğe, yalnızlığa hatta otoriteye ve daha bir çok kavrama, olaya, duyguya ve duruma karşı mesajlar var. İnsana, yitirdiği özü, samimiyeti hatırlatmaya çalışan bir minik dost, Küçük Prens.
Kitabı ilk okuduğumda güzel bir öykü okumuştum fakat doğrusu hiçbir şey anlamamıştım. Sonraki okumamda aslında işin öyle olmadığını çok farklı bir dünyanın olduğunu fark ettim. Geçtiğimiz günlerde üçüncü okuyuşumda biraz daha sindirdim ve anladım ki, Küçük Prens bir çocuk kitabı değil. Bir yetişkin kitabı da değil. Küçük Prens aslında yaşamın farklı döneminde okunup, sorgulanması ve sindirilmesi gereken bir kitap… Herakleitos’un dediği gibi aslında “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” geri kalan her şey değişiyor. Kitapları her okuduğumuzda hayat gibi an an değişti için aldığımız tatlarda değişiyor. Sofinin Dünyası‘nı okudunuz mu? Eğer okuduysanız ilk okuduğunuz zamanda buna benzer bir tat alacaksınız. Okudukça aslında eserin farklı tatları olduğunu fark ediyorsunuz.
Eğer bu zamana kadar hiç karşılaşmadıysanız bir an önce alıp okumanızı hatta birden fazla defa okumanızı şiddetle tavsiye edip ve bir diğer kitabımıza geçiyorum.
En başta bu kitabın sadece bir kitap olmadığını ve okuru için bir yaşam felsefesi, bir bakış açısı olduğunu söylemiştim. Öyle ki Küçük Prens her okur için farklı ve özel bir anlam taşıyor. Her Küçük Prens sevenlerin bir hikayesi var onunla ilgili. Ve Melisa Mey, bu hikayeleri ve bu hikaye sahibi Küçük Prens sevenleri için bir araya getirmiş. Küçük Prens’e vücutlarında yer veren bir çok insanın portresini çekmiş. Hikayelerini de ekleyerek bunu bir kitap haline getirmiş. Küçük Prens Tenimde bu şekilde çıkmış ortaya…
Ve bu projenin en önemli ve güzel detaylarından biri de , kitabın satışından elde edilecek tüm gelir “Baba Beni Okula Gönder” kampanyası kapsamında kız çocuklarının okutulması için kullanılacak. Bir an önce eseri okumanızı ve Melisa Mey’in karesinden bu güzel portrelere, bu küçük prens hikayelerinin bir araya getirildiği Küçük Prens Tenimde‘yi edinerek bu güzel projeye de destek verebilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder