Emre Caner, 1976 yılında İstanbul’da doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Bilimleri bölümünden mezun oldu. Piyasayla arasındaki ten uyuşmazlığı nedeniyle sık sık istifa etti. En sonunda şirket denen garip şeyin patolojik bir vaka olduğuna kanaat getirip, sadece okuryazarlıkla meşgul olmayı seçti (2003). Çeşitli dergiler adına muhabirlik ve yayınevleri için editörlük yaptı. Gazetelerin kitap eklerinde ve benzer nitelikteki internet sitelerinde kitap eleştirileri kaleme aldı. Cumhuriyet Gazetesi’nde ise fikir yazıları yayınlandı. Bir ukde ifadesi olarak “Öğrenciyken hep felsefe okumak istemiştim,” diyenlerden olmamak için felsefe lisans öğrenimi de gördü. Kitaplarında yoğunlaştığı alanlar tarih boyunca toplumsal cinsiyet algısının değişimi, 19. yüzyıldaki aydınlanma ve modernite hamlesi, İstanbul-Paris arasındaki kültürel etkileşimler ve eleştirel postyapısalcı okumalar oldu. Yayınlanmış kitapları: Toprak ve Kadın (araştırma, 2004), Kim olduğumu artık biliyorum (roman, 2007), Kaplumbağa Terbiyecisi (Osman Hamdi Bey’in biyografik romanı 2009), Mihri Müşfik Hanım’ın İzinde (roman, 2011), Sürgün ve Hürriyet (tarihi roman, 2012), Cinsellik Üzerine Toplumsal Fragmanlar (sosyolojik deneme, 2015).
Aslında kitabı tamamen tesadüf eseri kütüphanede dolaşırken fark ettim. Onca kitap arasında sanki gel de beni oku der gibi bana bakıyordu. Kitap beni kendine çekti. Yanına gidip bir göz gezdirdim. Kitabı okumaya başladığımda hiç fark etmeden kitabın bittiğini fark ettim. Kitap o kadar akıcı ve sade bir dille yazılmış ki bir çırpıda okunuyor. Okuduğum zaman insan kendinden bir şeyler buluyor kitapta. Okuduktan sonra da kızıyor kendine. Bunca zaman neden bu kitabı okumadığı için. Açıkçası ben kendime kızdım çünkü kitap cidden “kim olduğunu biliyor musun” sorusunu soruyor kendine. Kitabı okuduktan sonra hayatınızda çoğu şeyin değişeceğine eminim. İnsanın empati ve karşı cinslerin birbirini anlaması için çok ideal bir biçim de baş kaldırışı ele alıyor. Kitap çok acayip ahlak ve değer tabularını yıkıyor özellikle ülkemizde kadın olmak duygusuna bir baş kaldırış olarak okudum. Ülkemizde kadın olmak dünyanın en zor işin yanında bile zor kalır. Böyle kitaplar okunmalı okutulmalı ki zihniyet okuyarak, araştırarak değişeceğine inanıyorum. Kitabı okumayanlar için şiddetle tavsiye ediyorum. Kitabın konusundan biraz bahsedecek olursak, Filiz 20 yaşında bir üniversite öğrencisidir. Kendi bedenine doğru yaptığı haz dolu yolculuğunu ardından tabularla, en baştan da bekaret olgusuyla yüzleşmek zorunda kalır. Ama onun teslim olmaya niyeti yoktur. Çelişkileriyle hesaplaşmak adına içsel bir isyan başlatır. Tanıştığı yeni insanlar sayesinde de kendi gerçekliğinin farkına varır.
Bu roman insanın kendisini esir eden yabancılaşma duygusuyla kurtulmaya ve özüne müdahale etmeye karşı duyduğu korkunun hikayesidir. Kimileri bu korkuyu yener kimleri vazgeçer. Ama herkes bir bedel öder.
Metinden kısa kesitler vermek gerekirse;





“O saniye kapıyı vurup çıktım. Ozan’ın ağzından çıkan o garip kelimenin ne olduğunu anlayamamıştım. Unutmamak için sesli sesli tekrarlamaya başladım:
‘Venationes, venationes, venationes…’
‘Venationes, venationes, venationes…’
Ama her tekrar edişimde bir tekerleme söyler gibi kelimeyi eğip bükmeye başladım. Onu kaybetmeden bir yerlere yazmam gerekiyordu. Merdivenlerde durup çantamdan bir kalem çıkardım. Defterimi açacak kadar bile vaktim yoktu. O kelimeyi hemen avucumun içine karaladım. Latince olduğu belliydi. Ama benim ezberimdeki üç beş tane Latince sözcükten biri değildi… Ozan’ın yaşamdan neden kaçtığının bütün sırrı artık avucumun içinde kayıtlıydı.”
Yazarın diğer kitaplarına bakmak isterseniz ya da bu kitabı kim yazmış ya merak ederseniz kişisel Web Sayfası: http://emrecaner.net/ ulaşabilirsiniz
Yorumlar
Yorum Gönder