Ana içeriğe atla

Jean Paul Sartre – Bulantı


… Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirseler de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, Sartre’ın sonradan geliştireceği birçok felsefi konuya yer veren ögün bir yapıttı…”
Yukarıdaki cümleler, kitabın arka kapağından alıntıdır. Kitabu okuduktan sonra, şöyle düşündüm: “Acaba, Sarte, kitabının adını Bulantı değil de örneğin Kavrayış ya daİrkilme koysaydı, kitabı tanıtmak için yine aynı cümleler yazılır mıydı?” Bu soruya benim cevabım “Hayır” olacak. Çünkü, Varoluşçuluk‘un en önemli isimlerinden birisi olan Sartre,Bulantı‘da gerçekten bir varoluş keşfini anlatıyor. Kitaptaki Bulantı, bir iğrenmenin yol açtığı duygudan ziyade, doğruyu bulmak üzere olan bir insanın heyecanını gösteriyor gibi.
Nesnelerin, kişilerin ve hatta dünyanın kendisinin neden ve nasıl varolduğu ile değil varolmalarının ne demek olduğuyla ilgilenen ve bunun cevabını bulmaya çalışan Roquentin, bizi isimlerin biribirine girdiği ama aslında isimlerin önemini aynı zamanda kaybettiği bir şehir turuna çıkarıyor. Kahramanın ağzından varoluşla ilgili bütün kaygılarını ve sorularını bizlere aktaran Sartre, kitabın sonunda varoluşun aslında ne demek olduğunu bir anda buluyor. Aslında, kitabın hemen başında nelerin araştırılacağı bilgisi bize Roquentin’in ağzından veriliyor: “…Onu daha önce nasıl görüyordum, şimdi nasıl görüyorum?“. Sadece varoluşun değil, hiçlik‘in de ne demek olduğunu insanı şaşırtan bir üslupla tanımlamaya da giriyor: “…hiçlik varoluştan önce gelmemişti, o da ötekiler gibi bir varoluştu ve birçoğundan sonra ortaya çıkmıştı…
Bulantı, standart bir roman değil. Aslında belki romandan çok felsefi bir yapıt olarak da tanımlanabilir. Varoluşçuluk felsefesinin, doğal olarak özellikle de Sartre‘ın ateist varoluşçu yaklaşımını nefis bir biçimde özetleyen, kafa karıştıran, yoran, tahrik eden, farkındalık yaşatan, acımasız bir kitap. Hayatınızın herhangi bir yerinde mutlaka okumalısınız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ

GİRİŞ Zihin felsefesi, şuurla ilgili konular, fiziksel ölümden sonraki hayat, iradenin özgürlüğü, zihinsel hastalıklar, zihnin davranışta rolü, duygular (kızgın olmak, aşık ya da mutlu olmak nedir?) ve bunlar gibi birçok çözülmez sorunla ilgilenen bir daldır. Zihin kavramı ile ilgili temel sorunlar özellikle zihin-beden sorunu ile başka zihinler sorunudur. Bu ikisi zihin felsefesinin en temel problemleri olarak görülmektedir. Hatta Searle’e göre son elli yıldır, zihin felsefesinin temel tartışma konusu zihin-beden sorunudur. Öyle ki, filozoflar çoğu zaman başka şeylerden bahsediyor gibi görünürler fakat asıl amaçları zihin-beden sorunu hakkında görüşlerini bildirmektir. 1 Bu çalışmada 50’li yıllardan itibaren dil felsefesi alanında, 80’li yıllardan itibaren de zihin felsefesi alanında geniş ve derin etkileri olan eserler veren çağdaş düşünür John Searle ile birlikte, modern felsefenin kurucusu kabul edilen René Descartes, On yedinci yüzyıl filozofları olan Leibniz ve Spin...

PSİKOLOJİYE GİRİŞ

PSİKOLOJİYE GİRİŞ ÜNİTE 01 psikoloji davranışın ve zihinsel süreçlerin bilimsel olarak çalışılmasıdır İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT psikolojinin tarihi : İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT tarafından açılmıştır. bununla psikoloji başlar.daha öncede psikolojik araştırmalar yapılıyordu ama modern anlamda bir labaratuvar açtı wunt. ve psikolojiyi bilimsel bir disiplin olarak tanımladığı o zamana kadarki yapılan araştırmalarıda kapsayan ilk ders kitabı yazdı . psikolojik yaklaşımlar : yapısalcı yaklaşım-işlevselci yaklaşım-gestaltçı yaklaşım-davranışcı yaklaşım-psikodinamik yaklaşım-bilişsel yaklaşım-insancıl yaklaşım

PSİKOLOJİK DANIŞMA VE REHBERLİK

PSİKOLOJİK DANIŞMA VE REHBERLİK NEDİR ? Hızla değişen dünyamızda, meydana gelen bilimsel ve teknolojik yenilikler, toplumsal yaşamı da daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Bunun sonucunda, yeni neslin en iyi yetiştirilmesi, yeteneklerinin israf edilmemesi, hızla değişen dünyaya ve karmaşık toplum yapısına uyumunun en iyi şekilde sağlanması zorunlu hale gelmiştir. Bunun sonucunda PDR hizmetlerinin önemi kavranmış ve tüm dünyada yayılma hızını artırmıştır. Rehberlik öğrenci kişilik hizmetleri bünyesinde düşünülen ve bireyin, yaşamının çeşitli aşamalarında, gelişimine ve uyumuna etki eden faktörlerin bilinmesi ve onun yerinde kararlar veren dengeli bir kişi olması amacını güden hizmetler bütünüdür. Rehberlik kavram ve bir hizmet olarak bireyin gelişimine, bugünkü ve gelecekteki toplumun uyumuna yönelmiştir.