Ana içeriğe atla

Aristoteles Retorik


Retorik, belli bir durumda, mümkün olan ikna araçlarını kullanma yeteneği olarak tanımlanabilir. Bu, başka harhangi bir sanatın işlevi değildir. Diğer sanatların her birisi, kendi konusuna ait bilgi verebilir yahut iknada bulunabilir: mesela, tıp sağlığın ve sağlıksızlığın ne olduğu; geometri oylumların özellikleri; aritmetik sayılar hakkında. Aynı şey diğer sanat ve bilimler için de vakidir. Ancak biz retoriğe neredeyse bize sunulan bütün konular hakkında ikna araçlarını kullanma gücü olarak bakıyoruz; işte bu yüzden de, teknik özelliği çerçevesinde, retoriğin herhangi bir özel veya belirli bir konu sınıfıyla ilgili olmadığını söylüyoruz.
İkna tarzlarının bir kısmı kesinlikle retorik sanatına aitken, bazıları bu sanata ait değildir. Retorik sanatına ait olmayanlardan kastım, konuşmacının sağladıkları değilde daha başlangıçta (zaten olgusal olarak) varolanlardır -tanıklar, işkence altında verilen ifadeler, yazılı sözleşmeler ve diğerleri. Retorik sanatına ait olanlardan kastım ise, retorik ilkeleri vasıtasıyla kendimizin inşa edebileceği ikna tarzlarıdır (Baştan beri tarz diyorum, lakin kelimenin aslı mod. Kameranin manuel ve otomatik modunda mod neye karşılık geliyorsa o!). Bunlardan biri sadece kullanılmak zorundadır, diğeri ise keşfedilmek.
Telaffuz edilmiş sözcüğün sağladığı üç tür ikna tarzı vardır. Birincisi konuşmacının kişisel karakterine dayanır; ikincisi dinleyiciyi belli bir ruh haline (zihnî çerçeveye) sokmaya dayanır; üçüncüsü ise bizzat konuşmanın bizzat kendi sözcüklerinin sağladığı ispata, yahut görünüşte ispata, dayanır. Konuşma konuşanın güvenilir biri olduğuna inandırmak üzere yapıldığında, iknaya konuşmacının kişisel karakteriyle ulaşılır. İyi insanlara, başkalarına inandığımızdan daha çok inanırız ve onlara inanmaya hazırızdır: konu her ne olursa olsun bu genellikle vakidir, tam doğruluğun mümkün olmadığı ve fikir ayrılıklarının bulunduğu durumda ise mutlak surette vakidir. Bu ikna türü de, diğerleri gibi, konuşmacının söyledikleriyle gerçekleştirilmelidir, insanların bu kişi konuşmaya başlamadan önce onun hakkındaki düşünceleriyle değil. (Öyle bir konuşur ki, güvenilir olduğunu gösterir.) Retorik üzerine yazan bazı yazarların dile getirdiği konuşmacının aksettirdiği kişisel iyiliğinin onun ikna gücüne herhangi bir etkisi olmadığı iddiası doğru değildir; bilakis, konuşmacının karakterinin, sahip olunan ikna araçlarının neredeyse en etkilisi olduğu söylenebilir. İkinici olarak, konuşma dinleyicilerin duygularını (coşkularını) harekete geçirdiğinde, ikna dinleyicilerden gelir. (...) Üçüncü olarak, bir hakikati yahut görünüşte hakikati, mevcut olaya uygun ikna edici argümanlarla ispatladığımızda, ikna, bizzat konuşmanın kendisinden etkilenmiş olur.
Öyleyse, iknayı etkileyen üç araç var demektir. Açıktır ki, bunlara egemen olacak kişinin (1) mantıklı muhakemede bulunabiliyor olması, (2) insan karakterini ve iyiliğini çeşitli formlarıyla anlayabilmesi, ve (3) duyguları (coşkuları) anlayabilmesi -yani onları isimlendirebilmesi, nedenlerini ve uyandırılabilme yollarını bilmesi- gerekir. (...) Retorik de diyalektik de ayrı bir konunun bilimsel incelenmesi değildir: her ikisi de argüman sağlama(ve sunma) yetileridir. (O zaman retorik yeti mi?)
İspatla yahut sahte ispat elde edilen iknaya gelince: nasıl ki diyalektikte bir yanda endüksiyon diğer yanda ise tasım yahut görünüşte tasım vardır, retorikte de öyle. Misal bir endüksiyondur, entimem bir tasım, görünüşte entimem ise görünüşte tasımdır. Entimeme retorik tasımı diyorum, misale ise retorik endüksiyonu. İknayı ispat vasıtasıyla etkileyen herkes, esasında ya entimemleri kullanıyordur ya da misalleri; bunun başka bir yolu yoktur. Ve bir şeyler ispatlayan herkes ya tasım ya da endüksiyon kullanmak durumunda olduğundan (ve bunu Analitikler'den biliyoruz), entimemlerin tasım, misallerin de endüksiyon olduğu sonucu çıkar. Misal ile entimem arasındaki fark, Topikler'de endüksiyon ve tasım arasındaki farkın tartışıldığı bölümlerde ortaya konmuştur. Bir önermenin ispatını benzer olaylara dayandırdığımızda, bu, diyalektikte endüksiyon, retorikte ise misaldir; belli önermeler doğru iken başka ancak oldukça farklı başka bir önermenin de daima yahut genellikle sonuç olarak doğru olduğunu gösterildiğinde, buna diyalektikte tasım, retorikte ise entimem denir. (...)
Bir ifade, ya apaçık olduğu için ya da apaçık olan başka ifadelerle ispatlanır göründüğü için ikna edici ve güvenilirdir. Her iki durumda da ikna ettiği birileri bulunduğu için ikna edicidir. Fakat sanatların hiçbirisi tekil olayları kuramlaştırmaz. Mesela tıp, Sokrates'i veya Kallias'ı neyin iyileştirmeye yardımcı olacağı konusunu değil, belli bir grup hastadan birini yahut bütün grubu neyin iyileştireceği konusunu kuramlaştırır: işi sadece budur: tekil olaylar öylesine sınırsızdır ki, bunlardan sistematik bir bilgi çıkarmak imkansızdır. Aynı şekilde retorik kuramı da Sokrates yahut Hippias gibi tekil bireylere muhtemel görünen şeylerle değil, belli tipteki insanlara muhtemel görünen şeylerle ilgilenir; bu diyalektik için de aynıyla vakidir. Diyalektik tasımlarını delilerin hayalleri gibi gelişigüzel malzemeyle değil tartışma gerektiren malzemeyle kurar; ve retorik de aynı şekilde tartışma konularını (tartışma gerektiren konuları, tartışma konusu olan meseleleri) kullanır. Retoriğin görevi, karmaşık bir argümanı ilk bakışta anlayamayan yahut uzun bir muhakeme zincirini takip edemeyen kişiler karşısında, bize rehberlik edecek sanat veya sistem bulunmaksızın üzerinde düşündüğümüz konularla ilgilenmektir. Düşündüğümüz konular, alternatif imkanlar sunar gibi görünenlerdir: ne geçmişte ne bugün ne de gelecekte başka türlü olamayacak şeyler hakkında, bunları bu şekilde kabul eden kişiler kafa yorup da vakitlerini boşa harcamazlar. (Uzun bir muhakeme zincirini takip edemeyecek yahut karmaşık bir argümanı ilk bakışta anlayamayacak kişilerle konuşuyoruz. Bu konuşma, retoriğin ilgi alanında. Ve retorik, ihtimaller hakkındaki iddialarla ilgili. Hiçbir zaman olamayacak şeyleri ele almaya zaten gerek yok. Bir sonraki paragraf bu noktanın altını tekrar çiziyor.)
Tasımlar oluşturmak ve oluşturulmuş tasımlardan sonuçlar çıkarmak mümkündür; yahut diğer yandan bu şekilde ispatlanmamış ve aynı zamanda ispat gerektirdiği için pek az kabul edilen öncüllerden sonuç çıkarmak da mümkündür. Birincinin sunduğu muhakeme, eğitimsiz bir dinleyici kitlesini varsaydığımıza göre, uzunluğu nedeniyle çok zor takip edilebilecektir; ikincinin sunduğu muhakeme ise, genel olarak kabul edilen ve inanılan öncüllere dayanmadığından, kabulün sağlanmasında başarısız olacaktır.
Öyleyse misal ve entimem, birincisi endüksiyon ikincisi tasım olarak, bu tip konulardaki esas olumsalın ne olduğuyla ilgilenmelidir. Entimem az sayıda önermeden, çoğunlukla da normal tasımı oluşturandan daha az sayıda önermeden mürekkep olmalı. (...)
Retorik tasımların temelini oluşturabilecek pek az sayıda zorunlu tipten olgu vardır. Hakkında karar verdiğimiz şeylerin ve bu yüzden de araştırdığımız şeylerin çoğu, bize değişik olasılıklar sunar. Üzerine düşündüğümüz ve araştırdığımız şeyler eylemlerimiz hakkındadır ve bütün eylemlerimiz de olumsal karakterdedir; eylemlerimizin de neredeyse hiçbiri zorunlulukla belirlenmez. Yine, sadece olağan ve mümkün olanı ifade eden sonuçlar, aynı şeyi yapan öncüllerden çıkarılmalıdır, aynen 'zorunlu' sonuçların 'zorunlu' öncüllerden çıkarılması gerektiği gibi; bunu Analitiklerden de çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla, entimemlerin temelini oluşturan önermelerin, bir kısmı 'zorunlu' olsa da, büyük bir kısmı sadece genelde doğru olanlar olacaktır. İmdi, entimemlerin malzemeleri Olasılıklar ve İmlerdir, ki bunların sırasıyla, genellikle doğru olan önermeler ile zorunlu olarak doğru olan önermelere karşılık gelmesi gerektiğini görebiliriz. (Bu konuda ilk olarak söylenen: Olasılıklar genellikle doğru olan önermelere, imler (göstergeler, işaretler) ise zorunlu olarak doğru olan önermelere karşılık geliyor.) Bir İhtimal, genellikle olan bir şeydir; bununla birlikte, bazı tanımların söylediği gibi, genellikle olan herhangi bir şey değil, sadece 'olumsal' yahut 'değişken'(değişebilir) sınıfına ait olan bir şey. (Yani, olumsal yahut değişebilir sınıfına ait olan ve genellikle olan bir şey, ihtimaldir.) (...)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PSİKOLOJİYE GİRİŞ

PSİKOLOJİYE GİRİŞ ÜNİTE 01 psikoloji davranışın ve zihinsel süreçlerin bilimsel olarak çalışılmasıdır İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT psikolojinin tarihi : İlk psikoloji Laboratuarı : 1879 da Almanya’da Leipzing Üniversitesinde Wilhelm WUNT tarafından açılmıştır. bununla psikoloji başlar.daha öncede psikolojik araştırmalar yapılıyordu ama modern anlamda bir labaratuvar açtı wunt. ve psikolojiyi bilimsel bir disiplin olarak tanımladığı o zamana kadarki yapılan araştırmalarıda kapsayan ilk ders kitabı yazdı . psikolojik yaklaşımlar : yapısalcı yaklaşım-işlevselci yaklaşım-gestaltçı yaklaşım-davranışcı yaklaşım-psikodinamik yaklaşım-bilişsel yaklaşım-insancıl yaklaşım

ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ

GİRİŞ Zihin felsefesi, şuurla ilgili konular, fiziksel ölümden sonraki hayat, iradenin özgürlüğü, zihinsel hastalıklar, zihnin davranışta rolü, duygular (kızgın olmak, aşık ya da mutlu olmak nedir?) ve bunlar gibi birçok çözülmez sorunla ilgilenen bir daldır. Zihin kavramı ile ilgili temel sorunlar özellikle zihin-beden sorunu ile başka zihinler sorunudur. Bu ikisi zihin felsefesinin en temel problemleri olarak görülmektedir. Hatta Searle’e göre son elli yıldır, zihin felsefesinin temel tartışma konusu zihin-beden sorunudur. Öyle ki, filozoflar çoğu zaman başka şeylerden bahsediyor gibi görünürler fakat asıl amaçları zihin-beden sorunu hakkında görüşlerini bildirmektir. 1 Bu çalışmada 50’li yıllardan itibaren dil felsefesi alanında, 80’li yıllardan itibaren de zihin felsefesi alanında geniş ve derin etkileri olan eserler veren çağdaş düşünür John Searle ile birlikte, modern felsefenin kurucusu kabul edilen René Descartes, On yedinci yüzyıl filozofları olan Leibniz ve Spin

Franz KAFKA – Dönüşüm Üzerine

Franz Kafka , (d. 3 Temmuz 1883 – ö. 3 Haziran 1924) modern dünya edebiyatının ikonik ve özgün yazarlarından biridir. Temmuz 1883’te Prag’da ufak moda eşyalar satan bir dükkan işleten Hermann ve Julie Kafka’nın 6 çocuğunun ilki olarak dünyaya gelmiştir. İki erkek kardeşi daha bebekken ölmüştür. Üç kız kardeşi de kendinden uzun yaşamıştır. Hukuk okumuş, boş zamanlarında yazmaya başlamıştır. Yazıları, ilk olarak Betrachtung, 1912 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Kafka’nın duygusal deneyimleri ve ailesiyle olan ilişkileri eserlerinde özellikle günlük ve mektuplarında ifade bulmuştur. Babaya Mektup’ta (Almanca: Brief an den Vater) Kafka’nın bakış açısından babasıyla olan ilişkisi gözükmektedir. Hayatta olduğu süre içerisinde 7 kitap yazmıştır. Bunların yanında 3 tamamlanmamış roman ve birçok mektup ve günlük bırakmıştır gerisinde. Kafka yakın arkadaşı Max Brod’dan öldüğünde tüm bu eserlerini yakmasını istemiştir. Max Brod’un Kafka’nın bu isteğini yerine getirmemesi sayesin