1.Biyografik Notlar. Zamanında Descartes'ın da çalıştığı La Fleche'deki Cizvit Kolejinde
geçirdiği döneminin dışında, David Hume hayatının büyük bir bölümünü Edinburgh'da
geçirdi (1711-1176). Diplomat ve kütüphaneci olarak çalıştı. 1744'te Edinburgh
Üniversitesi'nin Ahlak Felsefesi kürsüsü için yaptığı başvurusu, kuşkucu ve kabul gören
inanışlara aykırı fikirleri nedeniyle reddedildi. Kütüphanecilik mesleği sayesinde yazdığı,
devasa Đngiltere Tarihi isimli kitapla mali açıdan bağımsızlığını sağladı. Đktisatçı ve filozof
Adam Smith'le büyük bir dostluk kurdu; kendisi Hume'un ölümünün ardından şöyle
yazmıştır:
Ve hiçbir zaman unutulmayacak mükemmel dostumuz öldü; felsefi
fikirleri mutlaka iyi veya kötü olarak değerlendirilecektir… ama
karakteri ve davranışları hakkında herhangi bir ihtilaf olmayacaktır…
Doğasının aşırı inceliği ne aklının keskinliğini ne de azminin istikrarını
etkilemiştir. Başka insanlarda çok zaman zekâ ile karıştırılan habislikten
azade, tevazu ve nezaketle bezeli sürekli şakacılığı, iyi huyluluğunun ve
mizah anlayışının bir göstergesiydi... Toplum tarafından kabul gören ve
genelde yüzeysel ve anlamsız olan o şenlik ruhu, kendisinde en yalın
haliyle, en geniş bilgiyle ve en büyük derinliğiyle bulunurdu... Öz
itibariyle, hayatı ve ölümünden beri, gözümde, insanın zayıf doğasının
izin verdiğince, mükemmel bilgelik ve erdemliliğe herhangi bir insanın
ulaşabileceğinden çok daha yakındı. (Adam Smith, William Strahan'a
Mektup, 1776)
2. Hume'un deneyciliği. `Kavramların Kökeni Üzerine`'nin 2. bölümünde Hume `kavramlar`
ve `izlenimler`i canlılıkları bakımından birbirinden ayırır. Kavramların gerek doğrudan (basit
kavramlar), gerek dolaylı (karmaşık kavramlar) yollardan izlenimlerin `kopyaları` olduğunu
iddia eder: Tanrı fikri bile kendi bilincimiz üzerine düşünmekle ve iyilik ve erdemi sınırsız
biçimde arttırmakla ortaya çıkar. Hume'a göre bu kuralın tek istisnası bir kimsenin hiçbir
zaman görmediği bir mavi tonunun fikrine sahip olmasıdır. Bu bölümün son paragrafı
Descartes'ın antitezi gibidir:
Özellikle soyut olanları dâhil tüm kavramlar doğaları gereği soluk ve
belirsizdir: Bilincin bu kavramları kavrayışı gevşektir; kavramlar
birbirlerine benzeyen diğer fikirlerle birlikte bulunmaya eğilimlidirler.
Her ne kadar açık bir anlam ortada görünmese de, biz bir terimi
kullandığımızda, onun belirli bir fikri de içinde barındırdığını
düşünmeye eğilimliyizdir. Kavramların tersine tüm izlenimler, yani
içsel veya dışsal tüm duyumlar, güçlü ve renklidir: Birini diğerinden
ayıran sınırlar daha belirgindir, haklarında yanlış kanıya varmak veya
hata yapmak zordur.
3.Hume'un felsefi metodu. Kavramların kökenine dair bu prensip sayesinde kabul edilegelmiş
kimi felsefi iddianın boş veyahut anlamsız olduğunu ortaya koymak mümkündür:
Eğer bir felsefi terimin herhangi bir anlama veya kavrama (ki bu
sıklıkla olur) bağlanmadan kullanıldığına dair şüphemiz varsa, bahsi
geçen kavramın hangi izlenimden çıkarıldığının izini sürmemiz
gerekir ve eğer böyle bir izlenime ulaşamazsak, şüphemizde haklıyız
demektir.
4.Hume'un `Kavramlar-arası Đlişkiler` ve `Olgu Bilgileri`nin ayrımı. Kitabının 5. bölümünde
Hume, `Üç kere beş, otuzun yarısıdır` inancı ile `Güneş yarın doğacak` inancını karşılaştırır.
Đlk inanç sadece düşünce faaliyetleri ile keşfedilecek, sezgisel olarak veya gösterilebilir
biçimde kesin, `kavramlar-arası ilişki`dir, reddi imkânsızdır, kendi ile çelişir. Diğer taraftan
ikinci örnek, ancak deneyimle keşfedilebilir, sadece düşünce faaliyeti ile bulunması mümkün
değildir; reddi mümkün olduğu gibi, kendisiyle çelişmez.
5.Hume'un ayrımına yakından bakış. Hume'un kavramlar-arası ilişkileri ve olgu bilgilerini
karşılaştırması felsefe için fevkalade önemlidir. Çoğu felsefeciye göre Hume'un bu ayrımının
üç yönü vardır. Önermelerin nasıl bilindiği, önermelerin kip durumlarının ne olduğu ve
anlamlarını nasıl edindikleri, Kant'tan beri isimlendirildikleri haliyle bu üç yönü şöyledir:
(I) A priori/a posteriori. Bu ayrım şeyleri nasıl bilebildiğimiz ile ilgilidir. `5+7=12`yi sadece
düşünerek bilir gibi görünüyoruz. `2006 Nisan'ının ilk haftasında Cambridge'de yağmur
yağdı` cümlesi ise sadece üzerinde düşünülerek bilinemez. Kavramlar-arası ilişkiler, Hume'a
göre sadece zihnin faaliyetleriyle, diğer bir deyişle a priori olarak keşfedilebilirler, diğer
yandan olgu bilgileri a posteriori olarak edinilebilirler, düşünce faaliyetleri yeterli gelmez;
deneyime ihtiyaç vardır. Deneyimin nasıl şekillendiği sorusu Hume için ayrıca önemlidir.
(II) Zorunlu/olumsal. Bu ayrım bir şeyin zorunluluk dâhilinde öyle olup olmadığına dair bir
kip ayrımıdır. Eğer bir önerme zorunlu olarak doğru ise, bugünlerde söylenildiği gibi, olası
her dünyada doğru olmalıdır, yanlış olması mümkün değildir. Hume `her olgu bilgisinin aksi
de mümkündür`der. Kavramlar-arası ilişki bildiren bir önerme zorunludur; tersi mümkün
değildir.
(III) Analitik/sentetik. Bu ayrım bir şeyi neyin doğru yaptığına dairdir. Kabaca bir şey anlamı
dolayısı ile doğrudur veya dünyanın bu biçimde oluşu dolayısı ile doğrudur. Hume için
kavramlar-arası ilişkileri aktaran önermelerin doğruluğu sadece ve sadece bu fikirler
arasındaki ilişkilere bağlıdır; `evrende herhangi bir yerde var olan herhangi bir şeye bağlı
değildir`. Bu biçimde bir doğruyu yok saymak çelişki ile sonlanır. Karşılık olarak, olgu bilgisi
`hiç bir zaman çelişkiye yol açamaz`, doğruluğu dünyanın nasıl olduğuna, evrende bir yerde
bir şeylerin durumuna bağlıdır.
1.Hatırlatma: Kavramlar-arası ilişkiler ve olgu bilgileri. Hume'a göre tüm önermeler esas
olarak (tam bu isimlerle olmasa da) bu ayrımın bir tarafına düşer. Eğer bir önerme kavramlararası
ilişkilere dairse, a priori olarak bilinebilir, zorunlu olarak doğrudur ve doğrulukları
kavramların anlamına bağlıdır. Eğer önerme bir olgu bilgisine dairse, a posteriori olarak
bilinir, olumsaldır ve yalnızca içerdiği kavramların anlamları üzerinden doğru olmazlar. `Tüm
bekârlar evli değildirler` kavramlar-arası bir ilişki dile getirirken, `en az bir bekâr var` bir olgu
bilgisi dile getirir.
2. Olgu bilgisini nasıl ediniriz? Olgu bilgilerimizin büyük bir kısmı o anda
gözlemlediklerimizin ve gözlemlediğimizi hatırladıklarımızın ötesindedir.
`Olgu bilgilerine dair akıl yürütmelerinin doğası nedir?` diye
sorulduğunda uygun cevap, bunların etki ve tepki ilişkisi üzerine
kurulduğudur. `Peki, bu ilişkiye dair akıl yürütmelerin ve sonuçların
temelinde ne yatar?` diye sorulursa, bunun cevabı tek kelime ile
verilebilir, deneyim. Đnce eleyip, sık dokumaya devam eder ve
deneyimden elde edilen tüm bu sonuçların altında neyin yattığını
sorarsak? Bu yeni bir soruya işaret eder… Geçmiş deneyim söz konusu
olduğunda, sadece deneyimin nesnesi olan şeylerin doğrudan ve kesin
bilgisi ve sadece farkındalığın sürdüğü zaman aralığı verilebilir. Bu
deneyimin gelecek zamanlar ve diğer nesnelere neden genişletilmesi
gerektiği… asıl sorudur. (IV Bölüm 2, 739)
Deneyim veya gözlem, kimi belli olgu bilgisini doğrudan ve kesin olarak sağlayabilir, mesela
güneş geçmişte de doğmuştur. Ama nasıl olur da deneyim ve gözlem bize güneşin yarın da
doğacağını söyler? Genel olarak, bu geçiş böyle yapılır:
Öncül: Gözlenen tüm F'ler, G'dir.
Sonuç: Tüm F'ler, G'dir.
Hume, geçmiş gözlemlerden henüz gözlemlenmemiş olana geçişin, gözlemlenen geçmişten
gözlemlenmemiş geleceğe veya geçmişe ait gözlemlenmiş kimi örneklerden daha geniş bir
örneklem kümesine (geçmişteki, şimdiki, gelecekteki) hareket sorunu ile ilgilenmiştir. Bu
biçim çıkarımlar endüksiyon olarak bilinir.
3.Endüksiyon Problemi. Arızi olan genellemeleri, arızi olmayanlardan ayırmanın yanında,
Hume'un öne sürdüğü daha temel bir problem vardır. Yukarıdaki argüman geçerli bir
argüman değildir. Öncül doğru olsa bile sonucun yanlış olma ihtimali kesinlikle vardır. Tüm
F'ler G'dir önermesi kavramlar-arası bir ilişki dile getirmez, aynı zamanda deneyim ve hafıza
aracılığı ile doğrudan ve kesin olarak bilinecek bir olgu bilgisi de değildir. Olgu bilgilerinin
büyük kısmı endüksiyon ile elde edilir. Bu hem günlük yaşam hem de bilimler için böyledir.
Bilim insanları endüksiyonu verilerden teoriye geçişte kullanırlar: kimi F'lerin G olduğu
gözleminin üzerine, tüm F'lerin G olduğu teorisini inşa ederler. Eğer Hume söylediklerinde
haklıysa bilim insanlarının inandıkları, yetersiz kanıtlara dayanmaktadır. Neticede hiçbir kanıt
tüm F'lerin G olduğunu kanıtlamaya yeterli gelmez.
4.Đlk Cevap: doğanın düzenliliği. Argümanı eksik ve makul olan bir öncülü ekleyerek geçerli
hale getirebiliriz; gelecek geçmişe benzer, kısaca doğa düzenlidir.
Öncül 1: Gözlemlenen tüm F'ler G'dir.
Öncül 2: Doğanın Düzenliliği: Eğer deneyimim bir tekrara işaret ediyorsa (Tüm F'ler G'dir),
bu tekrar bütün doğa için geçerlidir.
Sonuç: Tüm F'ler G'dir.
2. Öncül kavramlar-arası bir ilişki mi yoksa olgu bilgisi mi? Çelişkiye düşmeden
reddedilebilir mi? Evet, eğer öyleyse olgu bilgisi gibi görülüyor. Peki, o zaman neye
dayanarak bu öncüle inanmalıyız? Belki de endüksiyon temelinde olabilir: doğa geçmişte
düzenli olmuştu, geçmişte, gelecek geçmişe benzemişti. Fakat bu, Hume'un da söylediği gibi
döngüseldir.
Geçmişin geleceğe benzeyeceğini ispatlayabilecek hiçbir argüman
yoktur; neticede tüm bu argümanlar söz konusu benzerlik önsavına
dayanırlar.
5.Đkinci cevap: endüksiyon işe yarıyor! Geçmiş deneyimlerimizi sadece güneşin doğuşu ya da
ekmeğin doyurucu oluşu olarak düşünmek zorunda değiliz; aynı zamanda bu deneyimleri
endüksiyon metodunun çıkarımı olarak da düşünülebiliriz. Kendimize sorduğumuzda görürüz
ki endüksiyona gerek günlük hayatta gerek bilimde ne zaman başvurmuşsak, başarılı
olmuşuzdur. Eğer endüksiyonun tam tersi bir prensibi kullansaydık ne kadar çok başarısızlığa
uğramış olacağımızı bir düşünün. Bu içgörüyü endüksiyonu savunmak için kullanabiliriz.
Öncül 1: Gözlemlenen her endüksiyon başarılı oldu.
Sonuç: Tüm endüksiyonlar başarılıdır.
Bu haliyle argüman dedüktif değil endüktifdir ve işe yaraması endüksiyonun işe yaramasına
bağlıdır! Haliyle döngüseldir; endüksiyonun işe yaradığını göstermek için, endüksiyonun
zaten çalıştığını varsayar.
6. Hume'un skeptik çözümü: endüktif çıkarım yapmamızı sağlayan şey alışkanlık veya
gelenekten fazlası ya da azı değildir:
Demek ki, deneyimden yapılan tüm çıkarımlar akıl yürütmeden değil
gelenekten kaynaklanır. Bu haliyle gelenek insan hayatının büyük
rehberi haline gelir. Sadece bu prensip sayesindedir ki deneyimlerimiz
kullanışlı hale gelir ve geçmişte şahit olduğumuz benzer olay dizilerinin
benzerinin gelecekte tekrarını bekleyebiliriz. (743)
1.Bölüm VII: `Zorunlu Bağlantı Kavramı Üzerine`. Bu bölüm, Hume'un nedensellik
düşüncesine karşı gerçekleştirdiği ünlü atağı içerir.
Metafizikte, güç, kuvvet, enerji ve zorunlu bağlantıdan daha belirsiz ve
daha az kesinlikli hiç bir kavram yoktur.
Hume, okuyucularına tüm kavramlarımızın izlenimlerimizin kopyalarından başka bir şey
olmadığını hatırlatır ve güç veya zorunlu bağlantının hangi izlenimden kopyalanmış
olabileceğini sorar.
Biz de Hume’un bu sorusu hakkında birkaç soru sorabiliriz. Hume bizim nedensellik
kavramımızın anlamı ile mi ilgileniyor? Bu semantik bir sorundur. Nedenselliğe dair
bilgimizle mi ilgileniyor? Bu epistemolojik bir sorundur. `Nedensellik var mıdır?` diye
sorarsa, bu metafizik sorunu olur. Üçü ile de ilgilendiğini gösteren kimi sebepler var.
2.Đzlenim adayı: Dışsal nesnelerin algılanması. Đkinci bilardo topunun hareketinin birinci
topun hareketini takip ettiğini görürüz, yani bir olayın ardından diğer olayın olduğunu
görürüz. Etkiyi tepkiye bağlayan, onu etkinin kaçınılmaz sonucu kılan, herhangi bir `nitelik`,
bir zorunlu bağlantı görmeyiz. Bu tek bir örnekte olandır ve daha çok örnek sadece aynısını
verecektir. Burada bir izlenime ulaşamadık.
3.Đzlenim adayı: Kendi zihinsel faaliyetlerimizin algılanması. Bir şeyler yapmaya karar
verdiğimizde ya da bir şeylerin hayalini kurduğumuzda zihinsel faaliyetlerimiz bize
nedenlermiş gibi görünür, Hume'a göre bu durumda biz sadece ardı ardına şeylerin
farkındayızdır, bunun olmasını sağlayan güç yine algımızın dışındadır.
Olayları birbirine bağlayan, ayrılmaz kılan zorunlu bağlantıya dair bilgiyi
deneyim yoluyla edinemeyiz, deneyim bize sadece bir olayın diğerini
nasıl takip ettiğini gösterir.
4. Konudan sapış: Bir şeyin diğer bir şeye nasıl yol açtığını açıklamakta güçlük çeken
felsefeciler, Tanrı'nın tüm nedensel etkinin kaynağı olduğunu söyleye gelmişlerdir (Bu öğreti
ara-nedencilik olarak bilinir.) Hume'a göre bu dine saygısızlıktır ve problemi herhangi bir
şekilde çözmez; Tanrı'nın hangi yolla neden olabileceği de gayet anlaşılmazdır.
5.Skeptik sonuç.
Bir olay diğerini takip eder ama biz aradaki bağı asla gözlemleyemeyiz.
Asla bağlantılı değil ama sıralı görünürler. Ne dış ne iç duyularımıza
görünmeyen bu şeyin kavramına sahip olamayacağımıza göre,
çıkarılması gerekli sonuç ne bahsi geçen gücün ne de bağlantının ne
olduğuna dair bir fikrimizin olmadığı ve ister günlük hayatta ister felsefi
akıl yürütmelerde bu kelimeler kullanıldığında hiçbir anlama sahip
olmadığıdır.
6. Sonuçtan sakınmanın bir yolu. Alışkanlıktan kaynaklanan biçimde, hakikaten de,
zihnimizde bir bağlantı hissediyoruz ve bu `geleneksel geçişi` zihnimizden dünyaya
yansıtıyoruz. Bu seçenek dâhilinde bizim zihinsel alışkanlıklarımızın eseri de olsa kavrama
dayanan bir izlenim var. Bu sayede dünyaya yansıtıldığında hataya yol açsa da, günlük
konuşmalar en azından anlamlı hale gelebilir.
7.Hume'un elden geçirilmiş nedensellik tanımları (755)
(i) Nedeni, bir diğeri tarafından takip edilen nesne olarak tanımlayabiliriz, böyle bir durumda
birinci nesneye benzeyen tüm nesneler, ikinci nesneye benzeyen nesnelerce takip edilir.
(Düzenlilik)
(ii) Ya da, diğer bir deyişle, birinci nesne varolmasaydı, ikinci nesne de asla varolamazdı.
(Karşı-olgusallık)
(iii)... nedenin bir diğer tanımı... varlığı diğer nesnenin varlığını akla getiren ve varolduğunda
diğer nesnece takip edilen nesne. (Zihinsel `geleneksel geçiş`in yansıtılması)
8.Hume'un sorgulayan bitirişi. ` Bu prensiplere inanıp, kütüphaneleri gözden geçirdiğimizde,
nasıl bir hasar yaratmış oluruz?` (789)
Yorumlar
Yorum Gönder