Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme
Alain Badiou (2004). Çev. Tuncay Birkan. İstanbul:
Metis Yayınları. 180 sayfa.
Cemil Emre ŞEKER G120214005
Giriş
Badiou’ya göre, kötü, her şeyden önce ancak bir İyi’nin perspektifinden, yani “biri”nin bir hakikat sürecine yakalanması, özneleşmesi perspektifinden kavranmalıdır. Kötü, insan-hayvana değil, özneye ait bir kategoridir ve insan ancak zaten olduğu ölümsüz haline gelmeye muktedir olduğu sürece kötü vardır (Badiou, 2013:71).
İyi ve kötü, ancak insanın özne olabilmesi durumunda ortaya çıkar; aksi taktirde salt kötülükten azade olma şeklinde tanımlanan bir “iyi” ye mahkum oluruz ki, bu da hiç “iyi” değildir.
Batının insan hakları hukukun ikiyüzlülüğü ve korkunç eksikliğini de burada arar; yani mesele sadece batının insanı ve haklarını belirleme yetkisini tekeline alarak dünyanın geri kalanı üzerindeki maddi tahakkümünü tahkim eden bir fikri tahakküm kurmuş olması değildir, insanı sadece “bir şeylerden korunması gereken bir varlık” olarak tasavvur eden hukuk felsefesinin ta kendisini hedef alır badiou.
KÖTÜLÜK SORUNU
Bütün pratiği, sadece, varlığında inat etmek olan insanın yaşamını ve hayatta kalma arayışını, bir sivrisineğin, bir kedinin bir yılanın yaşamından ve hayatta kalma arayışından daha “değerli” kılan hiçbir şey yoktur. Bütün bu inadın sürüklediği ve birbiri ardına yarattıklarının, bütün bu çıkarın peşinde koşma serencamın içinde, insan, leş parçalama mücadelesi veren sırtlanlardan daha “iyi” ve “kötü” olamaz. Aslanın geyiği avlaması, nasıl geyik için kötüyse, aslan için iyi, aynı şekilde, güçlü insanın güçsüzü ezmesinde halihazırda anlaşılagelmiş “etik” açısından bir “kötülük” aramak salt çıkarların şekillendirdiği bir çerçevede çok da anlamlı değildir.
Çünkü ortada özne yoktur. Ortada henüz “insan” yoktur. Ortada sadece bir hayvan vardır, onu hayvandan ayırabilmemiz için hiçbir meşru gerekçe yoktur.
Bu halin kötülüğü, “basbayağı” , “bizatihi” bir kötülüktür. Öyle korkunç bir eksikliktir ki bu, kötülüğünü Leibniz gibi metafizik bir kötülük kapsamına bile sokamayız. Bir kuşun, uçmak yerine sürekli yürümeyi tercih etmesindeki gibi, bir atın hiç koşmamasındaki gibi bir kötülükten de daha öteyiz.
“Elbette insan bir hayvan türüdür. Ölümlü ve yırtıcıdır. Ama bu özelliklerin hiçbiri insanı canlılar dünyası içinde ayrı bir yere koyamaz. Cellat rolündeki insan, sefil bir hayvandır, ama buna, kurban rolündeki insanın da genelde daha değerli bir şey olmadığını ekleme cesaretine sahip olmamız gerekir” (Badiou, 2013:27).
Zindanların ve kampların işkencecileri ile bürokratları, kurbanlarına, kendileriyle, yani besili canilerle hiçbir ortak yanı olmayan, mezbahaya gidecek hayvanlar gibi muamele edebiliyorsa, bunun nedeni kurbanların gerçekten de böyle hayvanlaşmış olmalarıdır. Öyleyse hayvanı insan yapan nedir? Koşulların onu maruz bırakabileceği hayvanlığın ayartısına karşı koyarak, çıkar gözetmeyen bir çıkarda sebat etmeyi arayarak, hayvanlığa karşı direnmektir (Badio, 2013:27).
“Kötü düşüncesi, hakikat sürecinin bu üç boyutuna –bir olayın bir durumun boşluğuna açığa çıkarması; sadakatin belirsizliği; ve bilgilerin bir hakikat tarafından zorlanması-- bağlıdır” (Badiou, 2013:75).
Bu bağlamda kötü üç şekilde ortaya çıkar:
- Bir olayın eski durumun boşluğunu değil doluluğuna açığa çıkardığına inanmak, taklit ya da terör anlamında Kötü’dür (Badiou, 2013:75).
- Bir sadakate yaraşır biçimde yaşamayı başaramamak, ihanet anlamında, kişinin olduğu Ölümsüz’e ihanet etmesi anlamında Kötü’dür (Badiou, 2013:76).
- Bir hakikati bütünselci, totaliter güçle özdeşleştirmek, felaket anlamında Kötü’dür (Badiou, 2013:76).
Taklit ve Terör
Her “yeniliğin” bir olay olmadığını görmüştük. Ayrıca olayın açığa çıkarıp adlandırdığı şeyin, olayın, onun için olay olduğu durumun merkezindeki boşluk olması da gerekir. Bu adlandırma sorunu temel önemdedir, ama burada adlandırma teorisinin tamamını aktarmam mümkün değil. Ama olay, durumun başına gelen ve bir an parlayıp sönen bir tür eklenti olduğu için ortadan kaybolmak zorunda olduğuna göre, durumda ondan alıkoyan ve sadakate kılavuzluk etme hizmeti gören şey, kaybolan olaya tekrar göndermede bulunan bir iz ya da bir ad gibi bir şey olmalıdır (Badiou, 2013:76). Evrensel bir hitap alanına sahip olmasıyla gerçek bir hakikat süreci olan 1792 Devriminin, ya da 1917’de ki Bolşevik Devrimi'nin gündeme getirdiği devrim, sosyalizm gibi adları ödünç alarak siyaset yapan Nazizmi örnek gösteriyor. Nazizm durumdaki bir boşluğu değil, evrensel hitap alanından uzak “Alman ırkı” gibi dolu bir tikelliği adlandırmış, -ki , dili, dini, ırkı, toprağı, kanı, adetleri, topluluğu adlandıran her siyasal ya da düşünsel varoluş gibi- bir hakikat taklidi olarak ortaya çıkarmıştır.Bir durum içindeki kökten kopuş, “gerçek hakikat sürecinden ödünç alınmış adlarla” , durumun boşluğuna değil dolu tikelliğine ya da başka deyişle “tözüne” çağrıda bulunursa, karşımızdaki şey hakikat tıpkılanmasıdır (taklit). Taklidin gücü yabana atılmamalı bu nedenle. Çünkü onda hakikatın bütün biçimsel özellikleri işbaşındadır. Bu kötü tanımını şöyle yapar Badiou:
“Kötü, bir hakikatin taklit edilmesi sürecidir. Ve esasen, kendi uydurduğu bir ad altında, terörünü herkese yöneltir ” (Badiou, 2013:81).
İhanet
Kötünün diğer adı, ihanet; “kriz anlarıyla” sözgelimi yazarın verdiği örneklerle militanın gevşemesi, bir sanatçının kısırlığı, bir araştırmacının cesaretinin kırılması, bir aşığın karşılaştığı kriz anlarıyla vs. ilgilidir. Bir insan-hayvan, çıkar-gözetmeyen-çıkar ile bayağı çıkarı kendi bütünlüğüne dair makul bir kurgu içinde birleştirmeyi beceremez hale geldiğinde, bu insan-hayvanın kendi özne-oluşuna hayat veren çıkar-gözetmeyen-çıkarın bayağı çıkara bakın çıkıp çıkmadığına kesinlikle karar verilemeyeceğini gördük (Badio, 2013:81). Ancak, hemen belirtmek gerekiyor ki, verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, krizden etkilenen hakikat süreci ilkesel olarak sonsuza kadar gider. Hakikat sürecinin teşvikiyle özne oluşumuna giren “biri” yada “birileridir”. Bir hakikate ihanet etme ayartısıyla her zaman karşı karşıya kalınabilir ve “devam et” düsturu etkisini yitirdiği anda zararlı sonuçlar ortaya çıkabilir. Badiou’nun ihanet anlamında kötü kavrayışında önemli olan, hakikatin kolayca “vazgeçilmez” , ya da hakikatin kolayca “terk edilmez” olduğudur. Çünkü (bilimde, siyasette, aşkta ve sanatta) bir hakikat sürecine yakalanmış ölümsüz, varlığı fark edildiği anda özneyi devam etmeye çağırır. Hakikat süreci içkin bir kopuşla terk edilebilir. Badio burada, terk edişi “ciddi bir ihanet” olarak, yani tersinden okuduğumuzda ki sözcükler her zaman egemen algılayışın tam tersinden de okunduğu sürece çoklu anlamına, yaratıcı anlamına, belki de son kertede anlamsızlığına kavuşur.
“Bir hakikat etiğinin, o karar-verilmez kriz noktasında uğradığı yenilgi, işte bu şekilde, kendini ihanet olarak sunar. Ve bu geri dönüşü olmayan bir Kötülük’ tür; ihanet, taklitten sonra, bir hakikatin mümkün kıldığı Kötülük’ün ikinci adıdır” (Badiou, 2013:83).
Adlandırılamayan
Hakikatin, nesnel durumun bütün unsurlarını, ya da gerçeğin bütününü hakikat süreci perspektiflen adlandırma ve böylece dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğunu iddia etmenin, hakikati bütünselci, totaliter güçle özdeşleştirmenin, başka bir ifadeyle hakikatin gücünü mutlaklaştırmanın bir kötülük örgütleyeceğini ve bir hakikat-felsefe yaratacağını belirten badio göre, gerçekten hakikat asıl gücünü ya da gücünün bir tür güçlüksüzlükten alır. Çünkü dünya dünya gibidir. Ve doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün aşağısında kalır, iyi, ancak dünyayı iyi kılmaya heves ettiği sürece iyidir. Hakikatin gücünün mutlaklaştırılması, insan-hayvanın hayvanlığını, yani varlığını ortadan kaldırma istemi ile aynıdır; çıkar-gözetmeyen-çıkar ile bayağı çıkar ikiliğinin kurgusunu korumayı- zira özne olan “ben” ile, çıkarlarının peşinde düşen ben özdeştir, başaramaz (Badiou, 2013:87).
“Nietzsche Hıristiyan nihilizmini infilak ettirerek ve Hayat’a o büyük Dionysoscu “evet” deyişi genelleştirerek “dünyanın tarihini ikiye bölme” yi önerdiğinde; ya da Çin Kültür Devrimi’nin bazı Kızıl Muhafızları, 1967’de, özçıkarın bütünüyle bastırılması gerektiğini ilan ettiklerinde, gerçekten de her türlü çıkarın ortadan kalkmış olduğu ve kanaatlerin yerine Nietzsche ile Kızıl Muhafızların bağlı oldukları hakikatin geçtiği bir durum-vizyonundan ilham alırlar. On dokuzuncu yüzyılın büyük pozitivistleri de aynı şekilde bilimin önermelerinin her şey hakkındaki kanaat ve inançları ikame edeceğini hayal ediyorlardı.Alman Romantikleri mutlaklaştırılmış bir poetikanın bütünüyle sabitlediği bir evrene tapıyorlardı” (Badiou, 2013:86).
Nazilerin “Yahudi” adlandırması gibi sözgelimi “Fransız” gibi bir kavram ya da adlandırma da Fransa da yaşayan bazı insanlara “yabancı” lık affettiği için. Her zaman feci bir kötülük’ün ortaya çıkmasına neden olur. Sanırım bu saptamayı “Bosnak, kürt, türk, yunan vs. ” başka adlandırmalar üzerinde düşündüğümüzde, sırf bu adlandırmalardan dolayı kötülük bu dünyada kol geziyor.
Burada önemli olan genel ilkedir: Bu örnekte Kötü, bir hakikat koşulu altında ve ne pahasına olursa olsun, adlandırılmayanı zorla adlandırmak istemektir. Felaket ilkesi, tam olarak böyledir (Badio, 2013:89).
Taklit (olayın bağlantılı), ihanet (sadakatle bağlantılı) ve adlandırılamayanın zorlanması (hakikatin gücüyle bağlantılı): Bunlar Kötülük’ün, ancak tanıdığımız tek İyi –bir hakikat-süreci—sayesinde edimsel bir imkan haline gelen Kötülük’ün figürleridir.
Sonuç
Badio’nun, iyi perspektifinden yola çıkılarak zuhur ettiğini, yani ancak öncesinde bir iyi varsa Kötü’nün var olabileceğini savlayan hakikatler etiğinin tek amacı ise yukarıda tanımlamaya çalışan kötülükleri savmaya çalışan bitimsiz bir çaba veriliyor. Yani Kötü, insan hakları etiğinde, ya da etik ideolojisinde olduğu gibi baştan verili ve orada, burada, tam karşımızda duran ve savaşılması gereken mutlak bir Kötü/Kötülükten yada İyi-Kötü karşıtlığı kavranmıyor.
O halde bu etik, “Devam et!” buyruğu altında, feraset (taklitlere kanma!), cesaret (vazgeçme) ve itidal (bütünlük aşırılığına kapılma!) araçlarını birleştirir (Badiou, 2013:92).
Hakikatler etiği ne dünyayı bir Yasa’nın soyut hâkimiyetine tabi tutmayı, ne de dışsal ve radikal bir Kötü’ye karşı mücadele etmeyi amaçlar. Tam tersine, hakikatlere gösterdiği sadakat yoluyla, Kötü’yü –tam da bu hakikatlerin dublörü ya da karanlık yüzü olarak gördüğü Kötü’yü savuşturmaya çabalar (Badio, 2013:92).
KAYNAKÇA
Badiou, Alain. (2013). Etik. (Tuncay Birkan, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
**İzin alınmadan herhangi bir şekilde paylaşılamaz.
Yorumlar
Yorum Gönder