GİRİŞ
Bilginin
kaynağı ve konusu felsefe tarihinin erken dönemlerinden beri en
temel konu ve sorunları arasında yer alır. Bu sorunun öncelikli
problemlerinden biri ise “Doğuştan İdeler” doktrinidir. Birçok
filozof bu konu hakkında düşüncelerini söylemiştir ve
çalışmalar yapmıştır. 17. Yüzyıl İngiliz filozoflarından
John Locke(1632-1704)’ta bilginin kaynağını ve konusunu bir
karara bağlamak için önce doğallıkla, doğuştancılığı
eleştirir. Doğuştancılık : insan zihnindeki idelerin en azından
bir takım kavram , fikir ve ilkelerin deneyim yoluyla
kazanılmadığının, onların doğuştan getirildiğini dile
getirmektedir. Locke kendi fikrini öne sürmeden önce fikri öne
sürmesine neden olan görüşleri ele alıp onları açıklamak
ister. Öncelikle doğuştan idelerin olmayacağını göstermeye
çalışır. Locke’un bu ‘doğuştan ideler’ düşüncesine
yönelttiği eleştirinin amacı, bilginin kaynağı olarak aklı
işaret edenlerin, iddialarını çürütmektir. Locke’un bilginin
kaynağının deneyim olduğunu göstermesi için bu “doğuştan
ideler” öğretisini eleştirmesi gerekiyor. Locke bu girişiminin
nedenini “şimdiye dek beni kendi bilgimizin kavramlarını üzerine
kuracağımız biricik doğru temeller olarak düşündüğüm
şeylere götürecek olan yolu temizlemek için, doğuştan ilkeler
üzerindeki şüphemin sebeplerini açıklamak zorunda kaldım”
[Locke, 2004: 96] ifadesiyle açıklar.
DOĞUŞTAN
İDELER ELEŞTİRİSİ
Locke
bu eleştiriye ‘İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme’ eserinin
birinci kitabında yer vermektedir. Locke bu eserinde eleştiriye
öncelikle anlık üzerine araştırma yapmakla başar. Zihnimizin
sınırlarını bize sunarak hangi konuda bilgili olduğumuzu , hangi
konularda temkinli davranmamız gerektiğini gösterecektir. Locke
bunu yaparken zihnin fiziksel yönüyle ilgilenmemiştir. “Şimdiki
amacım bakımından, bir insanın ayırt etme yetilerini, bunların
ilgili oldukları nesneler üzerinde kullandıkları sırada
incelemek yeterli olacaktır”[Locke, 2004:68]. Diyerek zihnin hangi
yönüyle ilgileneceğini açıklamıştır. Locke böylece birinci
kitapta insan anlığını bilgi nesnesi haline dönüştürmüştür
ve sıra anlığın kavramları hangi yollardan edindiğini
açıklamaya gelmiştir. Locke doğuştan idelere yönelik söz
konusu saldırı veya karşı çıkış çerçevesi içinde izlediği
yöntem 3 aşamadan oluşur. Önce bir insanın gözlemlediği ve
zihninde bilincine vardığı idelerin kaynağını ve anlığın
bunları edinme yollarını araştıracak. İkinci olarak, anlığın
bu idelerle hangi bilgiyi edindiğini ve bu bilginin kesinlik
derecesini göstermeye çalışacak. Üçüncü olarak ise inan ve
sanın doğası ve temelleri üzerinde kimi araştırmalar
yapacaktır.
Fakat
belirtmemiz gerekir ki Locke’un girişimi Descartes’in yaptığı
gibi , bütün bilgimizin kendisi üzerine inşa edeceğimiz temel
bir bilgi girişimi değildir. Locke daha öncelikli konu olan bilgi
ediminin nasıl gerçekleştiği üzerinde durur. Locke’a göre
doğuştan olduğu savunulan ilkeler 2’ye ayrılır;
1)
Spekülatif (Kurgusal) İlkeler: Öz sözlerdir. Mantık ilkeleri,
özdeşlik, çelişmezlik, değişmezlik.
2)
Pratik (Kırgısal) İlkeler: Eylemlerimizi kendisine göre
düzenlediğimiz ilkerlerdir. Ahlaki ilkelerdir. Locke ilk aşama
olan düşünce teorilerini tespit ettikten sonra şimdi de
argümanların geçersizliğini kanıtlamaya çalışacaktır.
ZİHİNDE
DOĞUŞTAN KURGUSAL İLKELER YOKTUR
Locke
için aslında bir bilgiyi nasıl edindiğimizin gösterilmesi onun
doğuştan olmadığını kanıtlamaya yeter. Ancak Locke argümanlara
getirdiği cevaplarla bunu gerekçelendirir. Kurgusal İlkeler
ile ilgili karşı çıktığı argümanlardan ilki Genel Onay
Kanıtıdır. Bu argüman, birtakım ilkelerin herkes tarafından
kabul edildiğini ve bu yüzden de onların doğuştan olduğunu öne
sürer. [Locke, 2004: 72] Locke bir şeyin herkes tarafından kabul
edilmesinden mantıksal olarak onun doğru olduğu sonucunun
çıkmayacağını ve bir şeyin herkes tarafından bilinmesinin de o
şeyin gerçekten bilindiği sonucunu açıklamayacağını dile
getirir. Ve bilindiği sonucu çıkmıyorsa da doğuştan bilindiği
sonucu da çıkmaz. “Bir şey neyse odur” ve “Aynı Şeyin hem
olması hem de olmaması olanaksızdır” üzerine genel onaylama
yoktur [Locke, 2004: 72]. Hatta bu genel onay savının gerçekte
öyle ilkelerin olmadığının kanıtı gibi durduğunu da dile
getirmiştir. Çünkü Locke için bütün insanların uzlaştığı
bir genel ilke yoktur. Locke ikinci olarak bazı özsözlerin
zihne kazınmış olacağı argümanına karşı çıkar. Çünkü
Çocuklar , Budalalar ve benzerleri onları bilmezler[Locke, 2004:
73]. Bu konuda onların en ufak bir anlayışları yoktur ve ruha
kendisinin algılayamayacağı ya da kavrayamayacağı doğruların
önceden kazınmış olduğunu söylemek çelişkiye düşmektir.
Eğer çocuklarda ve budalalarda bu tür izlenimlerin kazılı olduğu
ruhların var olduğunu söylersek onların kaçınılmaz olarak bu
özsözleri algılaması gerekirdi. Bunun olmadığını gördüğümüz
için bu tür izlenimlerin olmadığı çok açıktır. Locke
izlenimlerden bahsetmemektedir.
“Bir
kavramın zihne kazılmış olduğunu, fakat aynı zamanda zihnin onu
bilmediğini ve onun henüz ayrımına varmadığını söylemek, bu
izlenimi yok saymak demektir. Zihnin hiçbir zaman bilmediği ve
hiçbir zaman bilincine varmadığı hiçbir önermenin zihinde
bulunduğu söylenemez”
Bu
özsözleri usun keşfettiği de doğru değildir. Us vasıtasıyla
bilinen her bilginin doğuştan kazanıldığı söylenemez. Bu
yargıda bulunduğumuzda aksiyom1 ile teorem2 arasındaki farkı
ortadan kaldırmış oluruz. Matematikçilerin özsözleri ile
çıkarsadıkları teoremlerin hepsinin doğuştan olduğu kabul
edilmelidir. Çünkü hepsi usun kullanımıyla bulunur ve bu durumda
da her şey doğuştandır denmiş olur. Usun bize öğrettiği kesin
doğrular doğuştan olmadıkça, keşfetmek için usa gerek
duyduğumuz bir şeyin bizde doğuştan bulunduğu düşünülemez.
Usun kullanıma başlanmasıyla özsözlerin öğrenilmeye başlanması
da aynı zamanda değildir. Eğer bu doğru olsaydı çocuklar
uslarını kullanmaya başladıklarında özsözlerin çocukların
zihninde bulunmadığı çok açıkça görülmektedir. Üçüncü
olarak Locke bir önermenin kolay algılanmasının kanıt olarak
gösterilmesine karşı çıkar. Eğer bir önerme işitilip
anlaşıldığı anda hemen onaylanıyorsa doğuştan olduğu
söylenir ancak Locke’a göre bu çok zengin bir doğuştan bilgi
birikimini doğurur. Çünkü bu özsözlerin doğuştanlığını
kabul etmek sayılar üzerine birçok önermenin de doğuştanlığını
kabul etmektir. Locke bu durumda terimlerin işitilmesi ve
anlaşılmasıyla birlikte gelen genel ve her onaylamanın
apaçıklığın göstergesi olduğunu kabul etmektedir fakat
apaçıklığın doğuştan izlenimlere değil başka şeylere bağlı
olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca bu özsözlerin işitilinceye
kadar bilinmez oluşları da doğuştan olmadıklarını kanıtlayıcı
niteliktedir. Daha önce öğrenme olmadığı yolundaki yanlış
varsayıma dayanmaktadır. “Fizikte ve bütün öteki bilimlerde
de, anlaşılmayla birlikte “onaylamanın” da gelmesinin kesin
olduğu önermeler bulunur. “Aynı yerde iki cisim bulunamaz”
öyle bir doğrudur ki, “aynı şeyin hem olması hem de olmaması
olanaksızdır,” “ak kara değildir,” “kare daire değildir,”
“sarılık tatlılık değildir” e karşı çıkmayan hiç kimse
buna da karşı çıkamaz. Fakat herhangi bir önermenin söz ettiği
ideler doğuştan olmadığı sürece, kendisine doğuştan
olamayacağına göre, yukarıdaki önermelerin doğuştanlığını
kabul etmek, bütün renk, ses, tat, beti, vb idelerimizin
doğuştanlığını kabul etmek kadar usa ve deneyime aykırı bir
şey olamaz “
ZİHİNDE
DOĞUŞTAN KILGISAL İLKELER YOKTUR
Locke
Kurgusal İlkeler’den sonra Kılgısal İlkeler’inde doğuştan
olduklarını söyleyenlere yönelir. Bu konuda da yine karşımıza
genel onay kanıtı çıkmaktadır. Locke’a göre ahlaki ilkelerin
evrensel koşulunun gerçekleşmesi teorik ilkelerden daha az
ihtimallidir. Çünkü ahlaki değerlere bütün insanlar tarafından
bağlanılmadığını, insanlığın kabul ettiği tek bir ahlaki
ilkenin bile olmadığını dile getirmektedir. Hatta Locke için
ahlaki ilkeler üzerinde ittifak etmek yerine tam anlamıyla bir
ayrılık vardır. Ahlak ilkelerine neden uymayız sorusuna da
insanların her biri kendi mutluluklarına göre farklı cevap
vermektedir. Eğer ahlaki ilkeler doğuştan olsaydı aynı ahlaki
ilkeler aynı sebepten dolayı kabul edilirdi. Ama görüyoruz ki
böyle bir şey söz konusu değildir. Locke bu hususta birçok
insanın bile bile ahlaki kurallara uymadıklarını dile getirir ve
eğer bu ilkeler doğuştan ise bu kurallara uymamak söz konu bile
değildir. Birçok insanın bilerek bu kurallara uymaması doğuştan
olmadıklarının kanıtıdır. Doğuştan ahlaki ilkeler bozulmuş
olabilir diye bir argümanda getirilir. Bu argüman ahlaki ilkelerin
doğuştan geldiğini ancak eğitim, öğretim, ve çevre gibi
koşullarla bulanıklaştığını, zihinden yok olduğunu dile
getirmektedir. Locke buna başka bir argüman olan genel onay
kanıtıyla karşı çıkar. Herkesin benimsediği ahlak ilkeleri ve
ortak düşünceleri varsa nasıl olursa değişme söz konusu
olabilir? Bu argümanı pek önemsemez. Locke ahlaki ilkelerin
kanıtlama gerektirdiğine dikkat çeker . Ahlak kurallarının
kanıtlama gerektiren ilkeler olduğunu dile getirmektedir. Ve eğer
bu ilkeler kanıtlama gerektiriyorsa da doğuştan olduğunu söylemek
saçma olur. Doğuştan olsalardı doğruluğunu belirtmek için
herhangi bir kanıta ya da sebebe ihtiyaç duyulmazdı. “ eni
doğuştan kılgısal ilkeler konusunda kuşkuya düşüren
nedenlerden bir başkası da, bir kimsenin haklı olarak nedenini
sormayacağı bir ahlak kuralının önerilemeyeceğini düşünmemdir;
oysa bunlar, her doğuştan ilkenin olması gerektiği gibi
doğruluğunu kesinleştirecek bir kanıt ya da kabul edilmek için
bir neden gerektirmeyecek ölçüde kendiliğinden apaçık
olsalardı, böyle bir neden sorma gülünç ve saçma olurdu”
[Locke, 2004: 86] Ortak kabul edilen bazı ilkeler de Locke’a göre
tembellikten kaynaklanmaktadır. Benimsenen ahlaki ilkeler
doğuştandır izahı yapıldığında araştırmaya gerek duymadan
birçok kişi tembelliğinden dolayı işine geldiği için bu
ilkeleri kabul etmektedir.
Locke’un
ahlak ilkeleri üzerine yaptığı bu çürütmeler aslında Tanrı
idesinin olmamasının bir parçasıdır. Çünkü ahlak ilkelerinin
varlığı Tanrı’ya bağlıdır. Locke için Tanrı idesi de
doğuştan değildir ve bu durumda da Tanrı idesi doğuştan değilse
ona bağlı olan ahlaki ilkelerin de doğuştan olamayacağı çok
açıktır. Locke Tanrı idesinin doğuştan olmadığı kanısına
okuduğu seyahat ve keşif kitaplarına tekrar bakarak edindiği
herkeste Tanrı idesinin bulunmamasıyla ulaşmıştır. Locke için
şüphesiz doğuştan kılgısal ilkeler yoktur. “Tanrı idesi
doğuştan değildir. Eğer bir idenin doğuştan olması
düşünülebilseydi, birçok sebeplerle, hepsinden önce Tanrı
idesinin öyle olduğunun düşünülmesi gerekirdi; çünkü bir
doğuştan Tanrılık idesi bulunmadıkça, doğuştan ahlâk
idelerinin nasıl bulunabileceğini anlamak olanaksızdır” [Locke,
2004: 92 Locke doğuştan ahlaki ilkelerin bulunup bulunmadığını
“Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler” adlı eserinin 3. Bölümünde
de araştırmıştır. Locke bu kitapta da çocukların, bilgisiz
insanların ve bu ahlaki ilkelerden haberi bile olmayanların
yaşamasının ruha doğuştan gelen bilgilerin olmadığını
kanıtladığını söyler. Bilge insanların aksine akılsız
insanların bu ilkeleri bilmiyor oluşunun da kanıt teşkil ettiğini
öne sürer. Locke ahlaki ilkeler eğer doğuştan olsaydı mantıki
olan ilkelerin de doğuştan gelebileceğini yazmıştır ancak
mantıki ilkeleri biz başkalarından gözlemler veya öğreniriz ve
akli çıkarımlar ile ulaşmamızın mümkün görünmediğini
söyler. Hemen hemen “İnsanın Anlığı Üzerine Bir Deneme”
deki gibi eleştiriler getirmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki
Locke insanların ahlakları arasındaki farklılığın, yalnızca
ahlak ilkelerinin zihinlerimize kazınmamış olduğunun göstergesi
olduğunu dile getirir. Hiçbir ahlak ilkesinin olmadığını dile
getirmez. Doğuştan bir yasa ile doğa yasasının karıştırılmaması
gerektiğini, zihinlerimize en başta kazınan bir şey ile doğal
yetilerimizle bilgisine ulaşabileceğimiz bir şey arasında büyük
bir fark olduğunu söylemektedir. Locke’a göre doğuştan bir
ahlak ilkesinin yandınması, bazı yollarla ulaşılabilen nesnel
bir ahlakın yadsınmasını beraberinde getirmiyordu.
SONUÇ
Locke
doğuştan ideleri bu argümanlara verdiği yanıtlarla çürütmüştür
ve artık bilginin yegane kaynağının Deney olduğunu söylemek
için önünü temizlemiştir. Locke bu argümanlara verdiği
cevaplar doğrultusunda artık rahatlıkla zihnin doğduğumuzda boş
bir levha olduğunu, zihnin ilk başta üzerinde hiçbir harf yer
almayan, hiçbir ide bulundurmayan boş bir kağıt olduğunu
varsayar. Bunun sonucunda da bilginin bütün malzemesinin deneyden
geldiğini söyleyebilmektedir. Bu konuda da karşımıza 2 terim
çıkmaktadır. Birisi İde diğeri ise Deneyimdir. Locke İdeyi
zihnin düşünme sırasındaki nesnesi olarak tanımlamaktadır.
[Locke, 2004: 97] Locke, İdeyi Deneme boyunca çok kullanmıştır
ve “Bir insanın düşünmesi sırasında anlığın nesnesi olarak
ortaya çıkan her şeyin yerini tutacak en iyi terim bu olduğu
için, onu düşlem, kavram, tür ya da düşünce sırasında,
zihnin, üzerinde kullandığı her şey ne anlama geliyorsa, onları
anlatmak için kullandım; böylece onu çok sık kullanmaktan
kaçınamadım [Locke, 2004:71]. Sözleriyle ifade eder. Deneyim ise,
bu ideleri temin eden kaynaklardır. Biz zihnimizdeki ideleri ya
dışarıyı gözlemleyerek deneyimleriz ya da duyu organlarının
bize etkilerinden kaynaklanır. Burada deneyimi de ikiye ayırdığını
görmekteyiz. Birincisi Dış Duyum olarak adlandırılırken,
ikincisi İç Duyum olarak adlandırılmaktadır[Locke, 2004: 98].
Locke bütün idelerimizin kaynağının bu ikisi olduğunu,
deneyimden gelmeyen hiçbir idemizin olmadığını dile getirir. Ve
insanların ilişki kurdukları değişik nesnelere göre de değişik
ideler edinebildiğini söylemektedir. Bir insan ne kadar çok
tecrübe kazanırsa bir konu hakkında düşüncesinin o kadar
artacağını dile getirir. “Bütün idelerimiz bu iki kaynağın
birisinden gelir. Ben anlıkta, bu iki kaynaktan alınanların
dışında herhangi bir idenin bulunabileceğini sanmıyorum. Dışsal
nesneler, zihne, hepsi de kendilerinin bize ürettiği değişik
algılar olan, duyulur ideleri sağlar, zihin de anlığın kendi
işlemlerinin idelerini sağlar”[Locke, 2004: 99] .
KAYNAKÇA
CEVİZCİ,
Ahmet, 17. Yüzyıl Felsefesi, Say Yayınları, Üçüncü Baskı,
İstanbul, 2013.
LOCKE,
John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme (Çev. Vehbi
HACIKADİROĞLU), Kabalcı Yay. İkinci Basım, İstanbul, 2004.
LOCKE,
John, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler (Çev. İsmail ÇETİN),
Paradigma Yay. Birinci Basım, İstanbul, 1999.
WOOLHOUSE,
Roger, John Locke (Çev. Akın Terzi), Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Birinci Basım, 2011.
Yorumlar
Yorum Gönder