Kendisi Atina'nın eski aristokrat ailelerinden birine
mensuptur. İlk hocalarından biri Hcraklitçi Kraty-
/öj'tur. Böylece Etlâtun genç yaşında eski felsefe
akımlarından birini tanımış oluyordu. Öğretimi sırasında
Efiâtun'un Parmcnidcs'in yapıtlarını da okumuş
olduğunu varsayabiliriz. Ayrıca diyaloglarından
onun Anaksagoras'ın evrenin varoluşu ile ilgili düşüncelerini
dc tanıdığını görüyoruz. Anaksagoras'ın,
evrenin oluşumunu belli plâna göre çalışan bir güç İle
açıkladığını biliyoruz. Bu görüşü Eflâtun çok benimsemiş
vc uygun görmüştür. Evrenin oluşumunu (mihaniki)
makina işleyişi gİbi nedenlerle açıklamadığı
için, Anaksagoras'ı kendinden önceki filozofların en
akıllısı olarak nitelemiştir. Yalnız, ona göre, ne yazık
ki Anaksagoras bu düşüncelerini mantıksal sonuçlara
kadar götürmüş değildir. Şayet bu düşünüşünü sonuna
kadar götürmüş olsaydı, ayrıntılarına kadar uygulasaydı,
evrenin var olan evrenlerin en iyisi olduğu
sonucuna kolayca ulaşırdı. Eflâtun yirmi yaşında Sokrat'^
öğrenci olduğu zaman felsefeyi yeterince biliyordu.
Fakat Sokrat'm öğrencisi olmak, kuşkusuz Efiâtun'un
yaşamında dönüm noktasıdır. O'nun yaşam
ve kişiliği üzerinde Sokrat'ın ne kadar büyük bir ctlû
yaptığını anlamak için, eserlerinde Sokrat'a verdiği
önem vc değere dikkat etmek yeterlidir. Eflatun'un
hemen tüm diyaloglarında başrol Sokrat'ındır. Aynca
Eflâtun Sokrat'ın kendi düşüncelerini söyletmekten
dc geri kalmaz. Zaten, Eflâtun kendisini Sokmt'm
doğal ve de mantıksal devamı sayar.
3 9 9 yılında, yani Sokrat'ın ölümünden sonra,
Sokrat'ın öteki öğrencileri gibi. Eflâtun da önce Megara'ya
gitmiştir. Daha sonra Eflatun'un büyük bir
inceleme gezisine çıktiğını biliyoruz. Bu gezi, büyük
bir olasıhkla, Eflâtun'u önce Kuzey Afrika'ya sonra
Mısır'a götürmüştür. Mısır o zamanki ülkeler arasında
cn tutucu olanıdır, Mısır'ın her yerde bilinen, ünlü
dinsel bilgeliği binlerce yıldan bu yana tıep aym
şekliyle korunmuştur. O halde Mısır ölü ve donmuş
bir gelenek bakımından dikkat çekicidir. Ancak Eflâtun,
bugün bizim bu geleneği ölü vc donmuş göstermemize
katilmaz. O, aksine, Mısır'da değişmezliğin
kendini görmek ister. Eflatun'un bu isteğini, onun
gelişme düşüncesine pek sıcak bakmayışı, aksine yıldızlar
evreninin değişmeyen düzenini yeryüzünde de
görmek isteyişi ile açıklayabiliriz.
Eflâtun Mısır'dan Güney İtalya'daki Yunan kolonilerine
gitti. Burada Mısır'daki koşuHann tam tersini
buldu. Mısır sonsuz bir değişmezlik içindeydi. Güney
İtalya ise sürekli bir değişim yaşıyordu. Mısır bir köylü
ve tanm ülkesiydi. Oysa Güney İtalya zengin kentleri
olan bir ticaret merkeziydi. Bunun için Yunan kolonilerinde
zenginliği ve iüksek kültürü bulmak çok
kolaydı. Bununla bidikte, bir de, siyasal koşullann hiç
Önemsenmemesi de söz konusuydu. Güney Italya'daki
bu ticaret kenderi devrimlerin, ayaklanmaların aristokratlar
ile demokratlar arasmdaki bitip tükenmek
bilmeyen bölücü çekişmelerin de merkeziydi. Bunun
içindir ki Eflâtun buralarda zenginlik ve yüksek kültürün
doğurduğu sakıncaları inceleme olanağı bulmuştur.
Eflâtun bu gezilerinde bilİm ve düşünce yaşamı
ile ilgili İncelemeler yapma olanağı da bulmuştur.
Bu cümleden alarak; Kuzxy Afrika'da Kyrene'dc,
Sicilya ve Toronta'da: Cebir, doğa ve tıp ilc uğraşan
bilginlerle tanışmayı, ilişki kurmayı unutmamıştır. O
zamanlar Güney italya'da özellikle cebir ve astronomi
ile ilgilenen Pisagor okulunun son temsilcileri yaşamaktaydı.
Efiâtun'un bu Pisagorcn bilginler İle sıkı
bir ilişki kurduğunu kabul etmek zorundayız. Nitekim
pek çok eserinde bu Pisagorcu la rdan edinilmiş
bilgilere rastlamaktayız. Eflâtundun Güney İtalya'da
bulunduğu dönemde Orphik kurallar vc erdemler
canlı bir şekilde yaşamaktaydı. Orphik dininin özcilikJe
ruh göçüne, yani ruhun ölümden sonra başka
şekillere girdiğine İnandığını biliyoruz. Eflâtun'un
Güney İtalya'da karşılaştığı Orphik kurallar, Sokrat'tan
öğrendiği ruhun ölmezliği düşüncesinin özel
bir şeklini tcmsİt ediyordu. Yani Orphik kurallar nıhun
bazı şekillerden geçerek temizleneceğine inanıyordu.
Ayrıca Efiâtun'un Sicilya'da Syrakusa'ya da
gitmiş olması ve burada kralın kayınbiraderi Dion ilc
yakın bir dosduk kurması, Eflâtun'a siyasette etkin
rol alma olanağı saglamışnr.
Eflâtun'un gençlik dönemine dönersek: M.O.
4 2 7 yılında doğduğuna göre, doğum yılı Atina ile İsparta
arasında hcmcn hemen otuz yıl süren (M.Ö.
4 3 1 - 4 0 4 ) Pclaponncs savaşlarına rastlar, Eflatun'un
ait olduğu ailenin sosyal düzeyi, aldığı öğrenim vc
eğitim dikkate alınınca kendisi İçin cn doğal meslek
alanının siyaset olması gerekir. Ancak o siyasal yaşama
heveslenmem iştir. Bunun da sebebi gençlik yıllannın
savaş içinde geçmesi vc demokrasi yönteminden hoşlanmamasıdır.
O dönemde Anna bir Halk Meclisi tarafından
yöncüliyordu vc bu meclis usta dcmagoglann
elinde kolayca oyuncak durumuna getiriliyordu.
Eflâtun böyle bir yönetime sürekli karşı çıkmıştır.
Aüna'nın ünlü devlet adamlarının dış gösterişe, şatafata
önem verdiklerini, halkın manevi değerlerini tamamen
unuttuklarını eserlerinde dile getirmiştir. Atina
Pelaponnes savaşları sonunda yenilmiş, İsparta'nın
korumasında olan bir aristokrat yönetim iktidan ele
geçirmiştir. Yöneticilerinin içinde yakın akrabalannın
da bulunduğu aristokrat iktidara Eflatun'un yardımcı
olması çok doğaldır. Ancak Eflâtun bu yönetimin izlediği
adaletsiz ve baskıcı politikası nedeniyle, demokratik
yönetimden farklı olmadığı sonucuna vardı.
Bu nedenle yeni baştan özel yaşamına döndü. Nitekim
bu yönetim kısa bir süre sonra devrildi. Yerini
jlımlî bir demokratik yönteme bıraktı. Eflâtun bu yeni
dönemde de siyasal etkinliklerde bulunmak istemiş,
fakat bu kez de Sokrat'ın idam işine karışmak
zomnda kalmıştı. Hocası Sokrat'ı idam eden bir hükümet
ile Eflatun'un işbidiği yapması olanaksızdı. Bu
olaydan sonra Eflâtun siyasal bir etkinlikte bulunma
hevesini tam olarak terkctmişiir. Doğal siyasal yaşam,
onun yine ilgi alanı olmaya devam etmiştir. Ancak bu
ilgi, yalnızca teorik alanla sınırlı kalmıştır. Gerçi Eflâtun
İdeal bir devlet plânı belirlemiş, fakat bu İdeal devletin
kendi ülkesinde uygulanabileceğine hiçbir zaman
inanmamıştır. Öte yandan, doğup büyüdüğü kente
karşı kavgayı sürdürmeyi de doğru bulmamıştır.
Eflâtun bir yandan siyasete girmek için uygun bir
ortam bulamamış, öte yandan bu alanda bir kavgaya
taraf olmak İstememiş, bu nedenle Atina'da etkjn siyasetten
uzak bir yaşamı tercih etmiştir. Buna karşı
Syrakus'ta Dion île kurduğu yakın dostluk, kendisinin
orada etkili siyasal rol oynamasına olanak sağlamıştır.
Ancak Eflâtun Syrakus'taki siyasal girişimlerinde
başarılı olamamıştır. Kral onu tehlikeli bir yenilikçi
gibi davrandığından tutuklamış ve ülkesinden kovmuştur,
Atina'ya dönerken yolda uğradığı Aigina
kentinde, Aigİna İlc Atina savaş durumunda oldukları
için esir alınmış ve köle olarak satılmıştır. îyi bir rastlantı
sonucu kendisini Kyrcneh bir filozof satın almış
vc Atina'ya dönmesini sağlamıştır. Sonradan Eflâtun,
Kyreneli fılozoiâ kendisim satın alırken ödediği parayı
geri vermek istemişse de, o bu parayı geri almamıştır.
Eflâtun da bu geri alınmayan para ile üıılü "Aka.de-
»i("sinİ kurmuştur.
Daha sonraları Eflâtun yine siyasal etkinliklerde
bulunabilme ümidiyle Syrakus'a iki gezi daha yapmış,
ancak bu iki gezi dc ümidinin gerçekleşmesine
yetmemiş, Syrakus'u yeniden terkctmck zomnda kalmıştır.
En sonunda bir gün dostu Dion Syrakus'a tek
başına hükümdar olunca. Eflâtun hiç değilse dostunun
kendi düşüncelerini gerçekleştirmesini ümit etmiş,
ancak dostu bir akademi öğrencisi tarafindan öldürülmüştür.
Ola ki bu acınm etkisiyle Eflâtun bildiri
niteliğinde bir yazıyı kaleme almıştır, Eflatun'un
'^£pîjfö/fli" (Mcktup!ar)mdan yedincisi olan bu mektup,
Dion'u öldürerek iktidan ele geçirenler için yazılmıştır.
Bu mektubunda Eflâtun Syrakusa'nın yeni
yöneticilerine şimdiye kadar Syrakusa^da izlenen siyasal
metûdlarn^ artık terkcdilmesini salık verir, Artık
idamlardan, yendikleri insanlara işkence yapmaktan
vazgeçilmeli, yargıcı da tutukluyu da aynı derecede
koruyan yasaların geçerli olduğu bir yöncrim kurulmalıdır.
Herkesin çıkarlannı gözeten yasalar kişilere
güven verebilir ve bir süreklilik sağlayabilir. Bu düşünceler,
Eflatun'un son yapıtı olan "Nomoi" {YiS2.-
Iar)'nın temelini oluşturur.
Eflâtun bu gezilerinden döndükten vc bir daha
siyasete karışmamaya karar verdikten sonra kendini
tümüyle eğirim çalışmalanna ve yazı yazmaya vermiş
tir, Eflatun'un kurduğu Akcıdemi'cıin İlk üniversite
olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi Eflâtun'dan önce sözünü
ettiğimiz filozoflar da Sokrat'ın öğrencileri
olan düşünürlerdi. Ancak onlann hiç birisi bir yüksek
okul kurucusu değildi. Sofistler dc ders veriyordu.
Fakat onlar gezici hocalardı. Kent kent dolaşırlar ve
karşılarına çıkanlara ders verirlerdi. Oysa Akademi ile
Örgütlü bir öğretim kurumu ortaya çıkmıştır, İlk
yüksek okul sayabileceğimiz Akademide çeşitli konularda
belli bir plâna göre dersler veriliyordu. Burada
felsefe, dialektik, müzik ve matematik öğretimi yapılıyordu.
Akademide ders veren yalnız Eflatun değildi,
onun görüşlerine az ya da çok uyan başka hocalar
da öğretime katılıyorlardı. Akademi ile ilk kez,
kumcusunun ölümünden sonra da devam eden bir
okul ilc karşıla|iyoruz. Akademi Eflâtun'un kendi
serveti ile kurduğu bir vabff idi. Ölümünden sonra,
vasiyeti üzerine, yönetimi yeğeni Speuiippos ele aldı.
Bundan sonra çeşitli müdürlerin yönettiği Akademi
yüzyıllarca varlığını sürdürdü. Eflâtun seksen yaşına
kadar Akademinin başında kalmıştır.
Eflâtun Akademide hocalık yaparken sürekli yazmıştır.
Kendisinden önceki fîlozoflarm yapıtlarından
ancak pek azı bize kadar ulaşabilmiştir. Oysa Eflâtun'un
yapıtları konusunda çok mutlu bir durumdayız.
Çünkü bunların hcmcn hcmcn tamamı bİze kadar
ulaşmıştır. Ancak Eflâtun'un yapıtları arasına
sahteleri de karışmıştır. Eflâtun'un yapıtları arasında
sahtelerinin de bulunduğu daha ilkçağda bile anlaşılmıştır.
Bu nedenle "Eflatun'dan bize kadar gelen
yapıtların ipinde hangileri gerpek, hangileri sahtedir?"
sorunu onaya çıkmıştır. Ayrıca yapıtların tarih
sıralanmasında da sorun vardır. KuHanıUn bazı öl
çütler yardımı ile bugün bu iki sorunda hemen hemen
uzlaşma sağlanmıştır. Söz gelişi Eflâtun'un Öğrencisi
olan Aristo'nun bu yapıttan söz etmesi» sağlam
bir kanıt sayılıyor. Böyle bir yapıtın gerçekliğinden
kuşku duyulmaz. Yapıtın yazıldığı tarih konusunda
da Aristo'nun tanıklığı, en güvenilir kanıt sayılıyor.
Söz gelişi Aristo bize "Tasalar" adlı yapıtın
Eflâtun'un en son yapıtı olduğunu bildiriyor. Ayrıca
bu yapıtta, doğal olarak, Eflâtun'un yaşlılık dönemine
ait dili bulmak olasıdır. Söz gelişi yapıttaki anlatım
dilini bir ölçü olarak alıp, öteki son dönem yapıtlarını
da belirlemekte kullanabiliriz. Eflâtun'un
bir yapıtında, başka bir yapıtından söz etmesini de,
sözünü ettiği yapıtının daha önceden yazılmış olduğunun
kanın sayabiliriz,
Eflatun'un yapıtlarının hemen tajuamına sahibiz.
Yalnız bunların arasında doğrudan Eflatun'un kaleminden
Çıkmamış olan bazı yapıtlar da bulunmaktadır.
Acaba Eflâtunun gerçek yapıtları hangileridir?
Bu taruşma kadar, hatta bundan da önemlisi; "yapıtların
yazım tarihlerine görc sıralanması nasıldır?"
sorunudur. Çünkü yapıtların yazım tarihlerini doğru
olarak bilirsek, Eflâtun'daki düşünce gelişimini saptayabiliriz.
Eflatun'un yapıtları dil, deyiş ve içerik yönünden
incelenmiş vc inandırıcı bazı sonuçlara da
ulaşılmıştır. Ulaşılan sonuçlara dayanarak, Eflatun'un
yapıtlarını dört kümede toplamak alışkanlık olmuştur.
Birinci küme Eflâtundun gençlik yapıtlarını kapsar.
Bu yapıdannda Eflâtun tümüyle Sokrat'ın öğrencisidir.
Eflatun'un, Apologİe'den başka, tüm yapıriannm
diyalog biçiminde yazıldığını vc "Tasalar" dışında,
tüm diyaloglarda konuşmayı Sokrat'ın yönlendirdiğini
biliyoruz. Kuşkusuz bu konuşmalardaki görüşlerin
tümünün Sokrat'ın görüşleri olması gerekmez. Eflâtun,
kendi görüşlerini dc Sokrat'a söylermiştir,
Eflatun'un düşünce yönünden açık seçik Sokrat'a
bağlı bulunduğu gençlik dönemi yapıriannm (Sokratik
diyaloglar) bir özelliği, özellikle dc ahlâk ile ilgili
konulan ele almasıdır. Bu diyaloglartla her zaman erdem
ya da bazı erdemlerin içeriklerinin neler olduğu
sorulur. Bunun yanında bir de erdemin öğrenilip öğrcnilcmeycccği,^
öğrenilirse hangi yollardan öğrenilebileceği
sorunu da dikkate ahnır. Sokrarik diyaloglann
bir başka özelliği dc izlediği mctodlardır. Bu yapıdarda
Sokrat'ın metodu kullanılır. Sokrat karşısındakine bazı
sorular yöneltir vc onun cevaplamasını ister, bu sırada
kendisi hİç anlaşılmadan, karşısındakini belli bir
sonuca doğru ilerletir. Karakteristik olan nokta, hiçbir
zaman açık vc keskin bir sonuca varılmamasıdır.
Gençlik diyaloglanmn hiçbirinde kesin bİr sonuç bulunmaz.
Ancak bu görüntü aldatıcıdır. Sonucu, diyalogda
amaçlananı, oku^oıcuya bırakır. Bu metod her
halde, özellikle Sokrat tarafindan kullanılmış olan bİr
metodun taklidi olsa gerekir,
Eflatun'un gençlik yapıtlarının başına "Apologia"
(Savunma) vc "Xnfoft" diyaloglarını koyabiliriz. Bu iki
yapıtın Eflatun'un İlk yapıtları olduğunu ve hemen
Sokrat'ın ölümünden sonra yazılmış olduklarını, büyük
bir olasılıkla, kabullenebiliriz. Cesareti inceleyen
"Lakhsi" ile serinkanlılık ve namusu konu alan
"Kharmides" diyalogları sıralanmadaki yerlerini alırlar.
Bunlan dindarlık denilen erdemi aynı metod ile
inceleyen "Euthyphron" diyalogu izler. "Devlet" {Politda)'
in birinci kitabını da gençlik diyaloglan kümesine
sokmak gerekir. Çünkü, bu kitapta da bir erdem
olan "adalet" aynı metod ile İncelenmektedir. Bu kümeye
bir de "Küçük Hippias" diyalogunu ekleyebiliriz.
"Büyük Hippi(ts"m Eflâtun a ait olup olmadığı ise
henüz tartışılmaktadır. Hippias, bir Sofist İsmidir, Bu
diyalogda bu Sofist, hiç de şerefli olmayan bir kümenin
temsilcisi olarak sahneye çıkar. Son olarak gençlik
diyaloglan kümesine "Protagoras" diyalogunu da eklemek
gerekir. Yapıta adını veren vc diyalogun başlıca
kişilerinden olan Protagoras, bilinen en ünlü Sofisttir.
Bu diyalogda geneUiklc: Erdem nedir? Acaba erdem
Öğretilebilir m»? konulan incelenir. Eflâtun'un gençlik
yapıtlanndan oluşan birinci kümeye daha başka bazı
diyaloglar da dahildir, Bunlan aynca ele almaya gerek
görmemekteyiz,
Eflâtun'un yapıtlannın İkinci kümesine bizi "Gorgias"
diyalogu götürür. Gorgias ünlü Sofîsderden biridir.
Gorgias bu diyalogda pek de şerefli olmayan bir
rol ahr. Bundan önceki diyaloglarda ele alman konular
bu diyaloglarda da söz konusu edilir ve özellikle
dc adalcdn yapısı İncelenir, Gorgias diyaloguma bundan
öncekilerden ayıran şey, bu yapıtta sonucun kesin
vc açık oluşudur. Sonuç artık okuytıcunun isteğine
bırakılmaz. Sonuç okuyucuya açıkça verilir. Bu
açık sonuçta, hitabetin şiddetle eleştirilmesi ve Sofistlerin
eğitim biçiminin suçlanması yer alır. Ancak Gorgias
diyalogu bundan önce sözii edilen diyaloglardan
öteki bir özellikle de ayrıhr; Yapitm sonunda ruhun
ölümden sonra nasıl yargılanacağına ait bir efsane
(Mithos) anlaülır. Ruhun ölmezliği düşüncesine dayandırılan
bu efsanenin Orphik kaynaklı olduğunu
Eflâtun açık biçimde vurgular. Yalnız Eflâtun bu efsanenin
uydurma bir masal olmayıp gerçek olduğuna
İnanır. Eflâtun bu efsanenin tüm ayrmtılan ile felsefî
bir önemi olduğunu savunmak istemez, fekat efsanenin
mecazi anlamının doğruluğuna inanır. Gerçekten
bi:r benzetme İle bir sembol İle anlatılabilecek bazı
gerçekler vardır. Gorgias'ta bazı düşüncelerin bir
sembol çerçevesinde anlatılmasıyla, Eflâtun belli bir
kümeye ait yapıdan için karakteristik bir metoda başvurmuş
oluyor. Gerçekten dc Eflâtun'un ikinci kümeye
ait yapıdan, hep belli felsefi gerçeklerin, mecazî
bir anlatımı olan efsaneleri kapsar. Ru efsanelerin anlatılışı
bize Efiâtun'un büyük sonatını göstermek olanağını
da sağlamış oluyor. Doğrusu Eflâtun yalnızca
bir düşünür değil, aym zamanda bir sanatkârdır da.
Bunun içindir ki Gorgias diyalogu bizi Eflâtun'un
gelişiminde ikinci bir sonuca ulaştırmışur. Gorgias ile
başlayan bu ikinci dönemde Eflâtun, karşımıza yalnızca
bir filozof olarak değil, aynı zamanda büyük bir
sanatkâr olarak çıkmaktadır.
Gorgias'tan sonra, büyük bir olasılıkla, "Menon"
diyalogu kaleme alınmıştır. Eflâtun'un kendine has
bir görüşü olan "İdeler Metafiziği" ilc ilk kez bu diyalogda
tanışıyoruz. Şu anda tahtaya tebeşir ilc çizdiğim
üçgen değil, aynı zamanda matematikçilerin anladığı
anlamda genel bir üçgen kavramı da vardır. Yalnızca
güzel olan birtakım tek tek objeler değil^ bir de
tümel güzellik İdesi vardır. Aynı şekilde insanların iyİ
davramşlanndan başka, bir de tümel iyilik idesi vc ideali
vardır. Acaba genellikle tümel olan bir üçgen kavramı
olmasaydı, tek başına somut üçgen alabilir miydi?
Bir ide olarak güzelliğin kendisi olmasaydı, güzel
şeylerin var olması mümkün olur muydu? Kuşkusuz
bunlar var olamazdı. Çünkü tek objeler ancak genel
kavramların var olması vc bu tümel kavramlara katılmaları
ilc bir varlık kazanırlar. Tikel şeylerin oluşturduğu
evren yanında bir de idelerin oluşturduğu bir
evren vardır. Bilmek de, bu ideleri bilmek dcmckür.
Zaten bilgi hiçbir zaman bireylere değil, her zaman
tümellere yöneliktir. İşte ilk kez Menon diyalogunda
karşılaştığımız bu ide varsayımı, Eflâtun'un sonraki
tüm diyaloglarında az ya da çok bir yer tutacaktır.
Menon'dan sonra Eflatun'un büyük diyalogları
gelir ki, bu diyaloglarda Eflatun'un sanatkâr kişiliğinin
cn parlak örneklerine tanık oluruz. Bu diyaloglar
dan olan "Phcıiciros"t:i yeniden ruhun ölmezliği ve ruhun
esasının ne olduğu sorulan ile birlikte aşk sorunu
incelenir Fakat bu aşk sorunu, özellikle bundan sonraki
diyalogun, "Symposion" (Ziyafet, şölcn)'nun ana
konusunu oluşturur. Şökn Eflatun'un en güzel diyaloglarmdan
biridir. Diyalog bir şölen sahnesi île başlar.
Henüz genç bir ozan olan Agathon ilk basansın:
kudamak için bİr şölen verir. Davediler arasmda Sokrat
da bulunmaktadır. Sokrat'ın orada bulunması, konuşmaların
dönüp dolaşıp felsefi bir niteliğe dönüşmesine
neden olur. Şölene katılanlardan her birinin
aşk (Eros) konusunda bir söylev vermesi kararlaştınhr.
Bu söylevlerde anlatılan efsaneleri bize Eflâtun sanatkârlığının
tüm zenginliği ile aktanr. Eu efsanelerin
birini dc komedi yazan Aristophanes kendine özgü
tuhaflığı ile anlatır: insanlar başlangıçla dön kollu ve
dürt bacaklı imişler; aynı zamanda ters yönlere bakan
iki de başlan varmış. Fakat sonralan Tannlar bu yaratıkları
kendileri için tehlikeli bulduklarından, onları
ikiye bölmüşler. İşle o günden bugüne bu ayrılan
parçalar tekrar birbirini bulmaya, tekrar birbiriyle birleşmeye
arzu duyarlarmış. Bundan sonra sıra Sokrat'a
gelince sohbet felsefî bir nitelik kazanıyor. Sokrat anlattığı
efsanede aşkı, insanda en derin zorlamanın bir
ifadesi olarak gösterir. Aşk, Daimon'ca bir şeydir.
Sokrat'ın Daimon'dan anladığı anlam hatırlanırsa; aşk
insanın içinde bulunan bir Daimon'dur. Fakat içimizdeki
bu güçlü zorlama çeşidi şekillerde kendini gösterir
Bazen çok somut, bazen tümüyle soyutlaşmış şekiller
alabilir. Bu zorlama somut olduğunda belirli bir insana
karşı duyulan aşk şeklinde görülür. Fakat, öte yandan,
kendiliğinden iyiye ve güzele karşı duyulan bir
aşk olarak da görülür ve bu yüce aşk, felsefe ilc aynıdır.
Çünkü İyinin ve güzelin kendileri, var olan idelerin
en yücesidir vc felsefenin ana amacı ideler evrenini
bümektİr. Aynî şeJdlde bu görüşler de efsane şeklinde
anlatılmıştır. Sokrat bu efsaneyi kendisinin uydurma
dığmı, bunu Diotitna adındaki falcı bir kadîiı (kâhİn)'
dan öğrendiğini söyler. Diyalog Sokrat'm kendisiyle
Jlgiİi dramaEİfc bir öykü ile sona erer: Şölende
bulunanlar fazla içtiklerinden sızmışlar, geride ayık
olarak yalnız Sokrat Üe komedi yazan Aristofanes kalmışUr,
Sokrat Aristofanes'e iyi bir komedi yazanmn
aynı zamanda iyi trajediler de yazması gerektiğini, yani
"gUseVm ister komedide ister trajedide olsun^ hep
aynı '[^»zf/"olduğunu anlatır. İçkinin verdiği rehavetle
Aristofanes de gevşediğinden, Sokrat tüm şölendeki
tek ayık insan olarak, şölen yerini terkcderek
evine gider. Şölende yaşamasını bilen, insanlarla canh
ilişkiler kuran Sokrat'ı buluruz. Oysa "Phaidon" dıys.-
logunda, artık ölümün eşiğinde vc etkisi altında olan
Sokrat ile karşılaşınz.
Phaidon diyalogu Sokrat'm idam edileceği gün
tutuklu olduğu yerde geçer. Böyle bir günde Sokrat,
çok doğal biçimde, öğrencileriyle "Ruhun Ölmezliği"
konusunda konuşur. Bu arada 'İdeler Varsaytw*"
na da değinir. Esenn sonunda biz, Sokrat'm büyük
bir cesaretle zehir kadehini nasıl sonuna kadar
içerek boşalttığına tanık oluruz
Eflatun'un ikinci dönem eserlerine siyaset felsefesi
üzerine olan büyük eseri "Foletia" {DcvlctYyı da ekleyebiliriz.
Çok detaylı olan bu diyalogun uzun yfllatda
yazılıp tamamlanmış olması mümkündür, Eflatun'un
devlet felsefesini gösteren Poletia, düşünce tarihinde
"İdeal devlet" konusunda yazılan eserlerin ilkidir.
Bu diyalog, özellikle ideal bir devlet imajım, bir
toplum ütopyasını içermesi bakımından, sonraki dönemler
üzerinde çok etkili olmuştur. Bu eserde aynca;
İdeler varsayımı ve ruhun ölmezliği, yani Eflatun'un
işlediği "ana konular" da bulunmaktadır.
Eflatun'un csericrİnİn tarihsel sınıflamasında eserlerini
iki öbekte toplamıştık. Bİrincİ öbekteki eserler,
Etlâtun'un doğrudan Sokrat'ın etkisinde yazdıkları,
yani Sokratik diyaloglardır. İkinci öbekte ise; "İdeler
Varsaytmv", "ruhun ölmezliği", "devlet idesi" gibi
Eflatun'un kendisine aİt olan görüşler yer ahr. Aynca
bu öbekteki eserler Eflatun'un sanat yönünden en
parlak düzeyli eserleridir vc bunlarda felsefî görüşler
bir imaj biçiminde açıklanmıştır,
Üçüncü dönem diyaloglarında, görüşlerini tam
anlamıyla bilimsel bir biçimde anlatır. Bu öbekteki
"Theaitetfls" diyalogunda sensüalizme ve empirizmc,
yani bilginin temelini duyumlarda ve deneyde kabul
eden görüşlere karşı cleşrirsel bir tutum takınılır, adlan
anılmaksızın Aristippos ile Antisthencs eleştirilir. En
sonunda Heraklit ve Empedokles İle de hesaplaşılır.
Yine aynı öbekten "Parmenides" atili diyalogda Eflâtun,
Elca Okulu karşısındaki durumunu belirler, bu
okulun uyumlu vc farklı yanlannı gösterir. Heraklit ile
Parmcnides'i, Eflâtun kendisinden önceki felsefelerin
cn büyük iki fiJozofu olarak kabul eder. Eflâtun'a görc
felsefe tarihi genellikle bu İki filozof arasındaki karşıtlık
ile başlamişür. Üçüncü öbeğe ait olan ötekİ iki
Önemli eser "Sophistes" (Sofist) ve "Politikos" (DevJct
Adamı) diyaloglarıdır.
Dördüncü ve son dönem Eflatun'un "yofhhk"
eserlerini kapsar. Eu öbeğin eserleri arasında: "Tima-
W5", eksik kalan "Kritias" vc "iV^owo*" (Yasalar) diyaloglan
bulunur, ilk iki diyalogda Pisagorculann matematik
ve biyoloji ile ilgili görüşlerini detaylarıyla
anlatan bİr Fisagorcu ile karşılaşînz. Eflâtun, Pisagorculann
birçok görüşlerine karılır. Biz Eflatun'un Güney
İtalya'da Pisagorculan ziyaret etriğini, onlara konuk
olduğunu ve onların etkisinde kaldığını biliyoruz
Yaşammm son yıllannda ise Pisagorculuğa tümden
yaklaşmıştır. Aristo'nun anlattığına göre Eflâtun
son yıllarında bir çeşit "suyv mistisizmi"r\c yatkın görüşlere
sahip olmuştur. Ancak bİr parça halindeki
Kritias diyalogunun konusu tarihtir. Geniş ve hacimli
bir eser olan Nomûi (Yasa]ar)'dc devlet konusu yeniden
işlenir. Yasalar^ Sokrat'ın sahneye çıkmadığı
Eflatun'un tek eseridir. Yaşlılık dönemi eserlerinin bir
özelliği de, diyalog biçiminin artık yalnızca bir şekil
olarak kalmış olmasıdır.
Eflatun'un gençlik eserleri Sokrat ile ilgili konuları
kapsar. Bunlarla ilgili bilgi sahibi olabilmek içİn iki tipik
diyalogunu ele alalım: "Lakhes" diyüogGndA "cesaret"
kavramı İşlenir. Diyalog önce Sokrat'ın pazarda
tanıdık iki general ile nasıl karşılaştığını tasvir eder.
Gençlere silah eğitimi veren bir e^tici Atina'ya gclmişrir.
Sokrat ile karşılaşan iki general Laches ve Nİkias,onlara oğulhnnın bu adamdan ders almalanmn doğru
olup olmayacağını sorar. Sokrat: Eğer yalnızca teknik
bir beceri elde etmek söz konusu ise, sorun olma
dığım söyler. Fakat burada yalnızca bir silah eğitimi
değil, bütünüyle bir eğitim sorunu vardır. Her eğiüm,
bir ruh ve erdem eğitimi olmak zorundadır. O
halde bu konudaki amaç; gençlerin herşeyden önce
bir erdem, bir cesaret edinmeleridir. Acaba erdem
öğrenilebilir mi? Bu kuşkudan sonra cesarcrin nc olduğu
konusuna geçilir. Generallerden biri, Laches,
cesareti "düfmana karş% direnmek" olarak tanımlar.
Sokrat bu tanımı çok dar, çok kısıtlı bulur. Çünkü
cesaret yalnız savaş için değil, yaşamın değİşİk alanlan
için dc söz konusudur. Söz gelişi ahlâk açısından da
bir cesaret söz konusudur. O halde cesaretin tüm
alanlarda geçerli olacak bir tanımını bulmak gerektir.
Eflâtun'un gençlik dönemi diyaloglan hep bu şekilde
başlar. Bİr kavramın tümel özelliği belirlenir; bunun
için de kavramın İlgili olduğu tüm durumlann aralaundaki
ortak yan bulunmak İstenir. Bu tanım anlayışı,
Eflâtun'un ide varsayımının oluşması yönünden
karakteristik özellik taşır. Laches de çeşitli durumlar
için cesarette ortak noktayj bulmak ister. Laches cesaretin,
genelde ruhun bir direnci olduğunu savunur.
Bu defa Sokrat yeni tanımı fazla kapsamlı bulur.
Çünkü ruhun yalnızca bir inat niteliğindeki ve de cesaret
sayılamayan bir direnci söz konusudur. O halde
İnat ile cesareti birbirinden nasıl ayıracağız.* Bunun
üzerine Laches, cesaret dayanıklılığın ölçülü durumu,
inat ise sınırsız biçimdeki durumudur yanıtını verir.
Bu tanıma da Sokrat karşı çıkar: Karşıhklı savaşan iki
O halde cesaret konusunda yapılan bu araştırma ile
görünüşte bir sonuç elde edilmemiş gibi görünüyor.
Ancak gerçekte, diyalogun varmak istediği sonuç da
buydu. Diyalog bize bir erdemin yalnız başına göstcriİemiycccğİni,
çeşidi erdemlerin değil de tek bir erdemin
olduğunu, bununla da nelerin istenildiğini vc
nelerden kaçınılması gerektiğini bilmenin cesaret olduğu
anlatılmak istenir. Ancak bu istek diyalogda
açıkça vurgulanmayıp, sonuç çıkarma okuyucuya bırakılır.
Bu tutum Sokrat'ın kullandığı metodun bir
özelliğidir. Sonucu öğrenci bulup çıkarmalıdır. Bu
yöntemin amacı, insanı düşünmeye ve bulmaya yöneltmektir.
Eflâtundun gençlik yazılannın özelliklerini göstermek
için örnekleyeceğimiz ikinci eser ise "Hippias"
diyalogudur. Esere adını veren Hippias, ünlü bir Sofisttir.
Pek onurlu olan ve kendisine çtjk inanan Sofist,
Sokrat'ın da dinlediği parlak ve tantanalı bir söylev
vermiştir. Hippias bu söylevinde Homer'in iki
kahramanı olan Odysseius ile Archilleus'M birbiriyle
karşılaştmr. Odysscius kurnazdır, dolambaçlı yollar
izler. Archilleus ise dürüsttür, dosdoğru bir yol izler.
İlki kötülüğü bilerek yapar, ikincisi hİç farkında olmaksızın
kötülük yapar. O halde Archilleus, Odyssius'c
kiyasla daha iyi ve daha karakter sahibi bir insandır.
Söylev bitince Sokrat Hippias ile konuşmaya başlar.
Sokrat görünüşte söyleve hayran olmuştur, fakat
bir noktayı anlayamamıştır. Gerçekten bilmeyerek kötülük
yapana görc, bilerek kötülük yapan daha mı kötü
bir insandır? Hippias'm görüşünü yeniden evetlemesi
üzerine Sokrat ona: "Biri iyi öteki kötü olan ikİ
koşucudan iyisi bikrek yavaş koşuyor, öteki ise tüm hızıyla
koşuyor, acaba bunlardan hangisi dstha iyi koşucudur?"
diye sorar. Hippias: "Elbette bilerek yavaş koşan"
der. Aynj şekilde iyi bir okçu hedefe bilerek isabet
ettirmiyor, beceriksiz bir okçu ise İstediği halde
hedefi bir türlü vuramıyor. Bunlardan hangisi daha
iyidir? Elbette usta olan okçu. Bu sonuçlar insanlann
davranjş alanlanna uygulanmca, kötülüğü bilerek yapanın,
bilmeyerek yapana göre daha iyi bir insan olduğu
anlaşılıyor. Fakat bu sonucu ne Hippias ve nc
dc Sokrat kabul ediyor. Böylece diyalog hiçbir sonuca
ulaşamamış gibi görünür. Oysa gerçekte sorunun
çözümüne, önemsiz gibi görünen bir cümle Üe değinilmiştir.
Acaba bilerek kötülük yapmak İsteyen bir
İnsan var mıdır? Sokrat bunu kabul etmez, ona göre
kimse bilerek kötülük yapmaz. Bilerek yavaş koşan
koşucu, bilerek hedefi vurmayan okçu neden bunu
böyle yapar? Çünkü onların hızlı koşmaktan, oku hedefe
isabet ettirmekten daha yüksek oJan bazı amaçlan
vardır. İşte, bunun gibi, kötülüğü bilerek yapan
bir insanın göz önünde bulundurduğu daha yüce bir
amacı vardır. Değerlerin gerçek dereceler sıralamasını
bilen insan, buna bağlı kalmaktan başka bir şey yapamaz.
O halde kötülüğü tüm anlamı ile bilerek yapan
bir insan olamaz, çünkü kötülük bİr hatadan,
değerlerin dereceler sıralamasını bilmemesinden kaynaklanan
bir hatadan doğar. Eflâtun'un bu diyalogda
savunduğu görüşün, Sokrat'm en tipik görüşü olduğunu
biliyoruz.
Eflâtun'un doğrudan Sokrat'm etkisinde olduğu
gençlik dönemini gördükten sonra, şimdi onun asıl
kendi felsefesine geçelim. Eflatun'un kendine özgü
görüşleri içinde; "İdeler vffrsaytmt" yA da "İdeler
metafiziği", "ruhun ölmezliği" görüşü ve "Devlet"
konusundaki düşünceleri yer aiır.
Önce Eflatun'un tüm felsefesi için temel olan
"bilgi" ile ilgili görüşlerini görelim: "Bi^i nedir?" sorusu
Sokrat'ın bağlı olduğu tüm okullarda önemli etkinliğe
sahiprir. Eflâtun bilgi konusunu özellikle Theaitetas
adlı diyalogunda ele alır. Diyalog Önce Arİsrippos'un
bilgi konusundald sensualist anlayışmı inceleyerek
işe başlar. Arisrippos'a görc bilgilerimizi duyumlar
oluşturur. O halde bilgi; görmek, duymak,
koklamaktan ibarettir. Buna karşı Eflâtun, şayet bu
görüş doğru olsaydı, yani bilgi yalnızca algılann bildirdiklerinden
başka bir şey olmasaydı, o zaman "insan
her şeyin ölfüsüdür" diyen Protagoras haklı olurdu,
diyor. Bu durumda objektif bir bİlgi olamazdı,
çünkü algılarımız görelidir; bu nedenle aynı suyun
bir ele sıcak öteki cîe soğuk gelmesi, aynı şarabın birisine
ekşi öteki birine tadı gelmesi cinsinden güvenilir
olmayan bir bilgiye sahip olacakuk. Bunun içindir ki,
algılann oluşturduğu bilgilerle kesin bir yargıda bulunamazdık.
Bu tür bilgilerde "bana öyle geliyor" demekten
öte gidemezdik. Çünkü bana Öyle gelen bir
şey bir başkasına farklı görünebilecektir Aynca Eflâtun'a
göre bilginin bu sensualist yorumunda yalnız
Protagoras değd, aynı zamanda Heraklit dc haklı olacaktır.
Çünkü Heraklit'e görc evren sürekli değişmektedir,
evrende sabit bir şey yoktur. Algılanmız bize sürekli
hareket eden, içinde hiçbir şeyin düzenli ve sürekli
olmadığı, her şeyin yok olduğu vc de var olduğu
bîr evreni bildirmelc durumundadır. O halde duyumlarımla
elde ettiğim bir şey ile ilgili olarak "huşudur"
diye kesin bir yargıda bulunamam. Ancak, "huşey bana
göre ve şu anda böyledir" diyebilirim. Çünkii bu
şey bir başkası için aynı anda başka türlü olabilir. Şayet
bilgilerimiz gerçekten yalnızca bizim algılanmıza
dayansaydı, o zaman objektif ve sürekli bir bilgi olamazdı.
Fakat Eflâtun'a göre gerçek bilgi, ancak objektif
olan bilgidir ve böyle bir bilgi vardır. Yalnız göreli,
sübjektif ve sürekli değişme durumunda olan bir
bilginin değil, aynı zamanda objektif bir bilginin de
var olduğunu anlamak için, yalnızca matematiksel
objelere dikkat etmek yeterli olur. Söz gelişi "2x2=4"
ya da "bir üçgenin İç açıları toplamı iki dik açıya eşittir"
şeklindeki matematiksel gerçekleri ele alalım:
Bunlar genel olarak geçerli olan, kişiye ve zamana göre
değişmeyen, herkes ve her an için doğru olan birtakım
bilgilerdir. Bu gerçekler, önce var olan ve sonra
yok olan objelere ait bilgiler de değildir. Matematiğin
konusu olan objeler yer vc zamandan soyutlanmış
öncesiz ve sonlu olmayan objelerdir. Söz gelişi 2 vc 4
sayıları herhangi bir yerde ve zamanda var olan vc
sonra da yok olacak objeler olmayıp öncesiz vc sonlu
olmayandır ve birbiriyle öncesiz vc sonlu olmayan bir
ilişki İçindedir. Ancak, söz gelişi bir değnek ile kum
üzerine çizdiğim bir üçgen, kuşkusuz, var olmuş vc
yok olacak objelerdir. Aym şekilde bir kağıda çizdiğim
daire de böyledir. Ancak, matematikçinin incelediği,
bu türden tek tek şeyler değildir. O, genellikle
üçgen ve daireden söz eder. Benim şu anda çizdiğim
bir daire, tam vc gerçek bir daire olmayıp ancak gerçek
daireye bir ölçüye kadar yaklaşmış bir dairedir. Bunun
için matematikçinin öne sürdüğü bir varsayım,
benim bu dairem İçin yalmzca yaklaşık olarak geçerli
olabilir. Ya da Eflatun'un deyişiyle; Çizdiğimiz şekil
ancak matematikçinin "daire idesi"nc katıldığı ölçüde
bir dairedir.
Bunun içindir ki Sokrat'ın öteki iki Öğrencisine,
Aristippos ve Antisthenes'e bir kez daha kulak verelim:
Aristippos'a göre bilgi duyumlarla kazanılan algılardan
başkası değildir. Aynı şekilde Antisthcnes İçİn
dc objelere ait bilgilerimizde algılardan hareket ederiz.
Yalnız, ona göre biİgİ, objeleri cLemanlanna ayırmaktır
ve bir objeyi son elemanına ayınnca artık bilgiden
söz edilemez, bundan öte gidilemez. Oysa Eflâtun'a
göre gerçek bilgi, tam Antisthenes'in bilgide
bundan öte gidilemez dediği yerde başlar. Eir objeyi
bilmek için sorulacak İlk soru "bu Me^ıri"'sorusudur.
Bu soruya bir cevap vermek, bu objeyi bİr kavrama
dahil etmek Lİemcktir. Söz gelişi bu insandır, bu attır
gibi. O halde bilgi, karşımızdaki objelerle ilgili yargıda
bulunmaktır. Yargıda beİİi bir objeyi genel bir
kavram İçine koyanz. Eflâtun'a göre bilgi, her şeyden
önce, genel (tümel) kavramlar oluşturmak demektir.
Algılarımız bize yalnızca tek tek objeleri gösterir, fakat
algı karşısında düşünce yardımıyla bu tek tek objeler
genel bir kavram içinde toplanır. Söz gelişi bu
sıcaktır, bu soğuktur, bu insandır derken, bu yargılarda
karşımıza çıkan objeleri belli kavramlara dahil
etmiş oluruz. "Bu insandır" dediğimiz zaman,
"İJM^yu "insan" kavramı içine koymuş oluruz. Bu gibi
genel kavramları düşünmeden hiçbir bilgi oluşmaz,
her biJgi zorunlu olarak gene] kavramları düşünmek
demektir. İnsan iıayvandan fazla olarak düşünme yeteneğine,
yeni kavramlar oluşturma yeteneğine sahiptir.
Sonuç olarak bilgide İlk adım genel kavramları
oluşturmaktır.
Bilgide atdan ikinci adım İse, genel kavramlar arasmdaki
ilişkileri belirlemektir. ( 2 ) tahta parçası ( 4)
tahta parçası olabilir, fakat bunları birleştirip ( l ) tahta
parçası da yapabiliriz, Bunlan bölerek çok sayıda tahta
parçalan da yapabilirim. Ya da ( 2 } sayısı hiçbir zaman
(2) rakamından başka bir şey olamaz. Bu ( 2 ) sayısı,
söz gelişi ( 4 } rakamı ile hiç değişmeyen, öncesiz
ve sonrasız bir ilişkiye sahiptir. Aynı şekilde, sıcak
olan belli sayıdaki obje bİr süre sonra soğuyabilir. Ancak
sıcaklığın kendisi ile soğukluğun kendisi arasmda
hiç değişmeyen, sabit ve belli bir ölçü vardır.
Eflâtun'un doğadan seçtiği bir örnek ilc görüşünü
nasıl açıkladığını görelim: Phaidon diyalogunun sonunda
Eflâtun kendisinden önceki tabiat felsefesinin
bir eleştirisini yapar. Söz gefişt kar ateş ile karşılaşınca
neden erir? Şimdiye kadarki tabiat filozofları bu olayı
ateşten çıkan atomların kar atomları arasına girerek
onları birbirinden ayırması, bunun sonucu kann sulanması
biçiminde açıklamışlardı. Oysa Eflâtun için
bu açıklama anlamsızdır. Çünkü öncelikle kar ve ateşin
ne olduğunun açıklanması gerekir. Böylelikle karın
yapısının soğuk olduğu, yani soğuk kavramına dahil
edilen bir obje olduğu, ateşin de yapısı gereği sıcak
olduğu ve sıcak kavramına dahİI bir obje olduğu
anlaşılır. Bundan başka bir de bu ikî obje, yani sıcaklık
ilc soğukluk arasındaki ilişkiyi araştınrsak, bunların
biri öteki ile anlaşamayarij biri ötekini dışlayan iki obje
olduklannı görürüz. Sonuç olarak; birİ ötekini dışlayan,
yapısı gereği soğuk olan kar ile yapısı gereği sıcak
olan ateşin yan yana gelemeyeceği bilgisine vannz.
Eflâtun bu örneği, bir doğa olayının, kendi anladığı
anlamda nasıl açıklanması gerektiğini göstermek
için vermiştir. Bu örnekte de görüleceği gibi, önce
tek tek olaylardan hareket edilerek, yavaş yavaş genel
kavramlar olan idelere yükseliriz. Ancak ideler arasındaki
bu ölçüler tek olay için dc aynen gcçcriidir. Yani
tek olay idelere katıldığı ölçüde, bunların arasındaki
oranları taşır,
Phaidon diyalogundan, başka bir örnek daha alarak
incelemeyi sürdürelim: Bu diyalogda Eflâtun'u
çok ilgilendiren "ruhun ölmezliği" konusu işlenir.
Eu konuyu kanıtlamak içİn özellikle şu önemli fikir
ileri sürülür: "Kıth nedir?" sorusuna yanıt olarak
"Ruh yaşumm ilkesidir" denilir. Beden ancak ruha sahip
olması, ruh tarafindan canlandırılması durLimunda
yaşayabilir. O halde ruh ve yaşam biri ötekinden
ayrılmaz, bİri ötekine bağh kavramlardır, Bazı idelerin
biri ötekini dışlar. Söz gelişi sıcaklık ve soğukluk
ideleri gibi. Eazı ideler ise ayrılmaz biçimde biri ötekine
bağlıdır. Yaşam ve ruh ideleri böyledir. İşte bundan
da ruhun daima bİr yaşama sahip olduğu, hiçbir
zaman ölmeyeceği sonucu çıkar.
Görüldüğü gibi Eflâtun ıçİn bilmek, her alanda
rek tek olaylardan hareket ederek İdelere )âikselmek
ve ideler arasındaki değişmeyen ölçüleri bulnn aktan
ibarettir. Bu ideler başlangıçsız ve sonu olmayandır,
nc meydana getirilmiştir ve ne de yok olurlar. İki tahta
parçası meydana gelebilir vc bir süre sonra da yok
olabilir. Fakat (2) ve (4) sayıları meydana da gelmemişür,
yok da olmayacakur, Bunlar başlangıcı vc sonu
olmayan, yani düşünülen varlıklardır. Çizdiğim
bir daireyi biraz sonra silebilirim, fakat daire idesini
yok etmeye olanak yoktur; bu daire idesi, yapısı gereği
başlangıçsız ve sonu olmayandır, ideler aralarında
belli ölçülere sahip olduklarından^ belli bir düzeni
bulunan bu evrene, yani ideler evrenine yaşam verir-
Jer. Eflâtun özellikle yaşamının son yıllarında, sayılar
evrenini ideler evrenine gerçek bir model olarak seçmiştir,
o kadar ki ideleri sayı olarak anlamaya yönelmiştir.
Sonuç olarak Eflâtun'a göre bilmet, ideler evrenini
vc bu evrende hüküm süren yasalan tanımakür.
Duyular evrenini dc ancak İdeler evrenine katıldığı
ölçüde bilmek mümkündür. Bİz bir objeyi, kendisinde,
idesinin varoluşu ölçüsünde biliri?., Çizdiğim
bir daire tam ve mükemmel olmayan, daire idesine
ancak bİr ölçüde yaklaşan bİr dairedir. Aynı şekilde,
algıladığım tek ve somut at da tam vc mükemmel olmaktan
uzak ulan ve pekçok eksiklikleri olan bir attır.
Oysa at İdesi mükemmeldir, eksiksizdir vc bu açıdan
tek atın aynı zamanda idealidir. Tüm yaşayan atlar
için bir mükemmellik modeli olan bu ideye, tek at az
ya da çok yaklaşır. Böylece Eflâtun için ide, aynı zamanda
eşyanın da idesi oluyor. Tek eşya, bu idelere
göre, az ya da çok mükemmel olan biçimler kazanır.
Aynca ideler insanların isteklerine güre düşünüp bulduğu
şeyler de değildir. İdeler kendiliğinden vardır.
Sonuç olarak Eflâtun için iki evren vardır ve bu iki
evren gerçek evrendir. Bu iki evrenden biri: Sürekli
var oian ve yok olan, algılanabilen, tek tek objelerin
sürekli değişmek zorunda olduğu evren; ötekisi başlangıcı
vc sonu olmayan idelerin ya da ideallerin evreni.
Bu noktada üflâtun özellikle Aristippos vc Arttisthenes
ile tam bir karşıtlık içindedir. Anristhenes Eflâtun'a
karşı çıkarak, İdelerin İnsan düşüncesinin buluşlarından
başka bir şey olmadıklarım savunur. Eflâtun'un
ideleri reci saymasına da karşıdır vc Antisthenes
ideleri yalnızca bir "ad"dzn ibaret sayar, bunlann
aynca bir realiteye sahip olduklarını reddeder. Söz
gelişi tüm tavşanlar birbirine benzer ve bu nedenle
biz bunlan aynı "ad" ile anarız. Antisthenes'e göre
ayrıca bir "top/flw" idesi yoktur, yalnızca bir "tavşan"
kelimesi vardır, bu kelimeyi aynı cinsten olan tüm
hayvanlar için isim olarak kLilamnz. Antisthcncs'in bu
görüşüne "nominalizm" (İsİmcilik) denir. Nominalizmin
ana fikri, idelerin birbirine benzeyen canlılara
ve eşyaya verilen adlardan, kelimelerden ibaret olduklarıdır.
Oysa Eflâtunca göre ideler birer kelime olmayıp^
reel birvarhğa sahip olan gerçeklerdir. Biz ideleri
düşünceyle görür ve kavrarız. İdelerin görünüp kavranması,
bilginin temelini oluşturur. Aynı şekilde bilgilerimizin
ana konusu idelerdir. Tek objeler evreni,
ancak İdelerin silik bir kopyası olması yönünden bilinmeye,
bilgimizin konusu olmaya lâyıktır.
Biz objeyi nasıl biliriz? Bilginin esası nedir? Eflâtun'a
göre bilgi öncelikle "obje nedir?" sorusuna cevap
verir. Bilgi öncelikle algıdan hareket eder, fakat
algılananda kalmaz daha ileri giderek kavrama ulaşıhr.
"Bu bir insandır", "bu bir tebeşirdir" derken, algı ladığım
şeyleri bir kavram içinde toplamış olurum. "Bu bir
dairedir" dediğimde, karşımdaki kişi algıladığım objeyi
genel daire kavramına katıyor demektir. Fakat
bilginin tam olarak oluşması İçin bundan sonra atılacak
bir adım daha vardır: Kavramlar arasındaki ölçüleri
kurmak- Söz gelişi ( 2 ) vc ( 4 ) kavramları arasmda
çok belirli bir ölçü vardır ve bu ölçüyü bİz ( 2 x 2 - 4)
bilgisi ile dile getiririz. Sonra sıcaklık ve soğukluk
kavramlan arasında da çok belirli bir ölçü vardır: Sıcaklık
vc soğukluk biri ötekini dışlayan kavramlardır.
Aynı şekilde yaşam vc ruh kavramlan arasında çok behrli
bir ölçü vardır; bu iki kavramdan biri ötekini çeker,
çünkü ruh mutlaka yaşama sahip bir varlıkta bulunur.
Duvıımlanmıza konu olan objeler sürekli bir
değişim İçindedir, bu objeler için Heraklit'in. görüşü,
yani eşyanın bir akış vc oluş içinde bulunduğu varsayımı
doğrudur. Buna karşılık tümel kavramlar başlangıçsız
ve sonu olmayan bir evreni oluşturudar. Bu evren
ne meydana getirilmiştir ne de yok olacaktır. Genel
kavramlar evreninde, aynı zamanda, son derece
belirli ölçüler, bir başka deyişle, başlangıçsız ve sonu
olmayan bir düzen geçerlidir. Genel kavramlar düzenli
bir sistem oluştururlar ve bu sistemde her kavramın
ötekine olan ölçüsü son derece kesin ve açıktır.
Eflâtun işte bu genel kavramlara "ideler" adını verir.
İdeler arasındaki bu belirli ölçülerden bİr düzen doğduğu
için, bir "ideler kosmom"nun var olduğundan
söz eder. İdeler, mükemmel olan varlıklardır. Söz gelişi
daire idesi, yani dairenin genel kavramı, kendiliğinden
mükemmeldir Bu ide; çizilen, somut daircJerdcn
sürekli daha mükemmeldir, çünkü somut daireler,
daire idesine ancak aşağı yukarı yaklaşabilirler. Aynı
şekilde, güzel olan rck şeyler, güzellik idesi karşısında
sürekli eksik ve çirkindir ve ancak güzelliğin tendlsine
az ya da çok yakın olabilirler. Sonuç olarak ideler,
aynı zamanda objelerin dc ideleridir. Bunun içindir k:
bir ob)eyi bilmek, o objenin idesini bilmek, dolayısıyla
da idealini bilmek demektir.
Eflâtun'a göre ideler arasında çok belirli ölçüler
bulunduğundan, düzenli bir evreni, yani ideler kozmosunu
oluştururlar. Bu ideler sistemi bir piramide
benzetilebilir. Bu piramidin tepe noktasında en genel
olan "Varlık İdesİ" bulunur. Eflâtun ideler sisteminin
bu cn yüksek İdesini "îyi" İdcsİylc aynılaştırir.
Çünkü ona göre, kelimenin tam anlamıyla var olan
bir şey, aynı zamanda mükemmel olan, { ! ) olan şeydir.
Mükemmel olan bir şey ise, aynı zamanda iyi
olan bir şeydir. İdeler evreni düzenli, sistemli bİr evrendir,
bir kozmosdur. Düzeni olan bîr şey kaos ha
lindc olana oranla daima daiıa iyidir, O zaman düzenin
olduğu her yerde, aynı zamanda iyilik dc bulunur.
Bu nedenle düzenli olan ile iyi olanın sınırları bir
ve aynıdır. İdeler evreni de mükemmel bir düzene sahip
olduğu için, aynı zamanda iyinin dc güzelin de
evrenidir.
Eflâtun'a göre, ideler evreni cansız, kaskatı vc
duran bir evren değildir. Bu evreni Etlâtun E/cülılann
"Bir"\ gibi hareketsiz ve sabit olarak değil, aksine
"canlı pe yaratıcı" bir evren olarak algılar, İdeler
tüm varlıklann sonu olmayan modelleridir ve bu nedenle
tek tek objeleri sürekli etkilerler. Son donem
eserlerinden olan Timaios diyalogunda Eflâtun,
madiie"nm bir hiç olduğunu söyler. Aslında madde
her tür özellikten yoksundur. Ona var olandan çok,
var olmayan demek daha doğru olur. Eflatun'un
"raifl^i^e" dediği "hoş mekân (uzay)"d\T. Nasıl güneş
ışıklarını uzaya gönderiyorsa, bunun gibi, ideler evreni
dc etkilerini boş uzaya gönderir vc eşya bu etkilere
göre şekillenir. Eflâtun bu diyalogunda "Demiurg"
adını verdiği evrenin bir yaratıcısından söz eder. Bu
Tanrı (mimar), bir hcyfceltraşm çamurdan şekiller
yaratması gibi, eşyalan idelerin modeline göre yaratmıştır.
Onun bu Dcmiurg ile neyi vurgulamak istediği,
bunun gerçekten evrenin yaratıcısı bir Tanrı mı,
yoksa yalnızca bir sembol vc mitos mu olduğunu tam
olarak anlamak güçtür. Eflâtun'da bu gibi durumlara
sıkça rastlarız. Onun sanatkâr ve bilgin yanları çok
kez biri ötekine karışmıştır. Böyle durumlarda şa
irliğinin nerede sona erdiğini, bilginliğinin nerede
başladığını ayırt etmek gencide olanaksızdır.
Eflatun'un İki evren ayınmı yaptığında kuşku yoktur.
Bir yanda başlangıçsız, sonu olmaysn, mükemmel
olan bir ideler evreni; öte yanda ölümlü olan,
mükemmel olmayan eşyaların oluşturduğu bir evren
vardır. Eşya evreninin ideler evreni ile olan ilişkisi, aynen
bir şeyin gölgesi ile olan ilişkisi gibidir Eflâtun
bu görüşünü, Politeia'diki ünlü "mağara örneği" \İq
anlatır: înmnlar bir mağarada oturan ve arkaları
mağaranın kapısına dönük olan tutuklulara benzer.
Bu insanlar ancak önlerindeki duvarı görürler, mağaranın
kapısını göremezler. Mağaranın dışında güneş
vardtr ve herbiri bir şeyler taşımakta olan pekşok
insan mağaranın kapısından geçerler. Bu insanlann
herbirinin gölgeUri mağarnnm duvanna yamtr, Mağara
ifindekif yüzleri duvara dönük olan tutuklular
ancak bu gölgeleri görürler. Eflâtun'a göre insanın
içinde bulunduğu ortamı, bu mağara benzetmesi çok
güzel anlatmaktadır. Biz insanlar gerçek şeyler evre
nindc değil, gölgeler evreninde yaşarız. Ancak yine
de biz gerçek bir evrenin de var olduğunu biliriz, hissederiz
vc bu gerçek evren ile ilgili az çok bir bilgi sahibiyiz.
Böylece Eflâtun'un insan ile ilgili, bir başka
deyişle, insan ruhu ile ilgili görüşlerine ulaşmış bulunuyoruz.
İnsan ya da insan ruhu, başlangıçsız ve sonu olmayan
ideler evreni ile ölümlü olan eşya evreni arasında
bulunur. Ancak insan, idelerin var olduğunu
acaba nereden biliyor? Eflâtun bu sorunun yanıtını
çeşidi örnekler üzerinde araştmr. Söz gelişi karşımda
duran bir objeyi güzel buluyorum. Acaba daha önceden
güzelliğin nc olduğunu bilmeseydim, şimdi onu,
yani güzeli, tanıyabilir miydim? Şayet bende bir güzellik
ideali bulunmasaydı ve karşımda duran bu objeyi
bu ideale göre ölçmescydim, onun güzel olduğunu
kavrayabilir miydim? Tek tek eşyanın güzel olduğunu
kavrayabilmem için mutlaka güzelin ne olduğunu
daha önceden bilmem gerekir, JCarşımdaki obje
bende güzellik düşüncesi uyandırabilir. Fakat bunun
için, benim daha önceden, uyku durumunda bile olsa,
güzellik idesini tanımam gerekir. İkİ objenin birbirine
eşit olduğunu, birbirine benzediğini ya da birbirinden
farklı olduğunu söyleyebilirim. Acaba bu
"eşitliği, benzerliği vefarkithğt" objeleri gördüğüm
gibi görebilir mİyim? Kuşkusuz görcmcm, bunlan
yalnızca bilirim. Ancak bu îki objenin eşit, benzer ya
da Farklı olduklarını kavrayabilmek için, daha önceden
eşitlik, benzerlik ya da farklılık konusunda bir
fikre sahip olmam gerekir. Bu tür bilgiler dışımızdaki
objeler tarafindan uyanlabilirler, fakat bunların zihnimizde
canlandırılabilıncsi için, bizde önceden var olmaları
gerekir. Sonra objeleri (2) ya da ( 1 0 ) diye sayarım.
Sayabilmek için de Önceden (2) ' n i n ve
(lO)'un nc olduğunu bilmem gerekir. Şayet bende
önceden sayılar ile ilgili bir imaj bulunmasaydı, saymama
imkân olmazdı. Sonuç olarak her türden bilme,
bende bilinç dışında bİlc olsa, birtakım bilgilerin
var olmasını şart koşuyor. Güzelin vc çirkinin, iyinin
vc kötünün ne olduklarını bilmcseydim, bir değer
yargısında bulunamazdım. Eşitliği, benzerliği, farkhlığı
bilmcseydim, karşılaştırma yapamazdım. (2)'nin,
{ 1 0 ) ' u n nc olduğunu bilmcseydim, sayamazdım.
Böylece her türden bilgi için, belirli ka\Tamlar]n içeriği
konusunda önceden bilinçdışı da olsa bir bilgiye
sahip olmamız gerekir. Çünkü bilgide, algıladığımıza
başka bir şey ekleniyor; bu eklenen bizim "kendimizde
taftdtğtmız" şeydir.
Efiâtnn, doğuştan getirdiğimiz bilgiyi, "doğupan
bil^i"y'\, bilgi problemine temel yapan ilk düşünürdür.
Eflâtun'a göre doğuştan bÜgi vardır. Şayet bu
tür bilgilerimiz olmasaydı, bilgi de olmazdı. Eflatun'dan
bugüne bu doğuştan bilgi konusu felsefe tarihinde
sürekli tarüşilmıştır. Bu konuda fa.rklı iki eğilim
daha vardır: Bilgiyi yalnızca algılardan ibaret sayanlar,
algılanana ya da deneye bir de doğuştan olan
şeyleri ekleyenler
Eflâtun'daki bu doğuştan bilgi konusu, başka bir
konuyla, "ruhun önceden hofka hir yaşama sahip elduğu"
konusuyla, yakından ilgilidir. Efîâttın'a göre,
ruhun doğuştan getirdiği bilgileri başka bir zamanda
edinmiş olması gerekir. İnsan ruhunun iyi ve güzel
konusundaki bilgiyi, bir zamanlar iyi ve güzeli sej'retmesi
sonunda kazanmış olması gerektir. Ruhun doğarken
birlikte getirdiği bilgi, idelere aİt bilgidir.
Ruh, İdeler evreninde yaşamış vc ideleri bizzat seyretmiş
olmalıdır. Ancak bu dünyadaki yaşamında ruhta
yalnızca karanhk ve bilınçdışı bir düşünce, bir duygu
kalmıştır. Ruh çevresindeki tek tek objeleri her görüşünde,
kendisinde ideler ile ilgili birtakım sisli imajlar
uyanır. Bu nedenle bilgi bir "hanrlama "dır. Ruh,
çevresindeki tek tek objeler nedeniyle, sürekli ideler
evrenini hatırlamaktadır. Bu hatırlama bize ruhun
bundan önce de yaşadığını kanıdar vc ruhun önceki
bir yaşama sahip olması, ölümden sonra da yaşamaya
devam edeceği görüşüne olanak verir.
Ruhun ölmezliği konusu Eflatun'un felsefesinde
önemlidir. Phaidon diyalogunda ve ötckİ diyaloglarda
Eflâtun ruhun ölmezliği konusunda çeşitli kanıtlar
ileri sürer ve bu konuda "hatırlama" önemli bir kanıt
olarak eserlerinde yerini ahr. Eflatun'un yaşam öyküsünde,
onun Pisagorcularm vc bazı Orphik kuralların
etkisi altında kaldığını vurgulamıştık. Pisagorculara
görc, ruh sürekli şekil değiştirir. Sonuç olarak ruh
göçü (tenasüh) ruhun ölmezliği için esastır. Beden
ise ruh için bir cezaevidir. Bunun İçindir ki ruh bedenden
sıynimayı ve bedenden uzaklaşmayı diler. İşte
Pisagorculann vc Orphik dinin ruh konusundaki bu
düşüncelerini Eflâtun, ideler varsayımında birleştirmiştir,
Ona göre ruh, bir zamanlar bedenden ayn bir
yaşam sürmüştür. Ruhun bu önceki yaşamı ideler evreninde
olmuştur. Sonradan ruh ideler evreninden bu
dünyaya düşmüştür. Bir tutuklanma olan bu durgunluk
yüzünden ruh, bir bedene bağlanmaya, bir beden
içine sıkışıp kalmaya zorlanmıştır. İnsanın bedensel
sıkıntılara direnmesi, günün birinde ruhun bedenden
kurtulacağı umudunu güçlendirir
Yorumlar
Yorum Gönder